Şii alimleri ile bazı Ehl-i Sünnet alimleri Ebu Talib'in imanını ispat etmek için bir çok kitaplar, makaleler ve risaleler yazmışlardır. İslam araştırmacılarına göre Ebu Talib'e istinad edilen bu asılsız iddialar, Beni Ümeyye'nin, Hz. Ali'ye olan düşmanlığı yüzünden uydurulmuştur. Muhalifler Ali'ye (a.s) dil uzatamayınca babasına saldırma yoluyla Hz. Ali'nin ilahi makamını düşürmeye çalıştılar.
Ebu Talib (as)'ın Vefatı
Kureyş’in uygulamış olduğu iktisâdi ambargo, onlardan iyi düşünceli bir grubun planı sayesinde kırılmıştı. Hz. Peygamber (saa) ve ona tabi olanlar, üç yıl dışlanma ve sıkıntıdan sonra Şi’b-i Ebu Talib’den çıkmış ve evlerinin yolunu tutmuşlardı. Müslümanlarla alış veriş serbest olmuştu ve Müslümanların durumu iyiye doğru gidiyordu. Ansızın Hz. Peygamber (saa) acı bir durumla karşı karşıya kaldı. Bu içler acısı musibet sığınmasız Müslümanların ruhiyesinde kötü bir eser bırakmıştı.
O hassas dönemde bu hadisenin yarattığı boşluk, hiçbir şeyle kıyaslanamazdı; zira bir din veya ideolojinin gelişimi iki temel etkene bağlıdır: Beyan özgürlüğü ve namert düşmanın hamlelerini önleyebilmek için gerekli savunma gücü.
Tesadüfen Müslümanlar, beyan özgürlüğü elde ettikleri bu dönemde, ikinci etkeni kaybettiler. Yani İslam’ın yegâne hamisi olan Ebu Talib, aralarından ayrılmış ve toprağa verilmişti.
* * *
O gün, Hz. Peygamber (saa), sekiz yaşından elli yaşına kadar onun muhafaza ve himayesini üstlenen, bir kelebek misali onun etrafında dönen, Muhammed’in (saa) bir gelir elde edinceye dek, tüm masraflarını karşılayan ve onu kendi çocuklarından bile üstün tutan müdafisini kaybetmişti.
Hz. Peygamber (saa) , dedesi Abdulmuttalib’in kendisini son nefesinde ona emanet ettiği ve aşağıdaki şiirle kendisine hitap ettiği bir şahsiyeti kaybetmişti:
Ey Abdumenaf! [1] Babası gibi muvahhid olan bu şahsın himaye ve korumasını senin omuzlarına bırakıyorum.
O, Abdulmuttalib’e cevaben şöyle dedi: ” Babacığım, Muhammed’in (saa) ısmarlanmaya ihtiyacı yok, zira o kardeşimin çocuğu ve benim çocuğumdur. “
Ecel terleri Ebu Talib’in alnında belirdiği vakit, Hz. Peygamber (saa), geçmişin acı-tatlı olaylarını anımsayarak kendi kendine şunları söylüyordu:
1- Ölüm döşeğinde yatan bu şahıs, benim şefkatli amcamdır. O, ekonomik ambargo döneminde Şi’bde beni yatağımdan kaldırır, elimi tutar, başka bir yerde istirahat edebileceğim vesileleri hazırlardı, ansızın Kureyş bir hamle yapıp beni uyku halinde paramparça etmek ister, düşüncesiyle ciğerparesi oğlu Ali’yi de benim yatağımda yatırırdı, okları hedefe isabet etmesin diye oğlu Ali’yi benim hayatım uğruna feda ederdi; hatta bir gece oğlu Ali (as) ona: “Babacığım sonunda bir gece ben bu yatakta öldürüleceğim.” dediğinde, ona sinirlenerek şöyle dedi: “Evladım, sabır aklın alametlerinden biridir. Her canlı ölüme doğru gidecektir. Ben senin sabrını ölçtüm ve belalar çok zordur. Seni necip oğlu necip olana (Muhammed b. Abdullah’a) adadım.”[2] Oğlu Ali (as) de babasına güzel ve iç açıcı cevaplar vererek Peygamber uğruna can vermekte iftihar edeceğini söyledi.
2- Bu ruhsuz beden, benim saygıdeğer ve vefalı amcamın bedenidir. O, benim yolumda üç yıl derbeder oldu, tüm akrabaların rahatlığını bozdu, hepsinin o derede benimle yaşamasını emretti. Kendi reislik ve efendiliğini düşmanın ayakları altına serdi. Yani tüm dünyasını ve varlığını kaybetti. Benim yanımda yer aldı, Kureyş’e tüm ümitlerini kesecekleri bir cevap gönderdi be onlara beni himaye etmekten asla vazgeçmeyeceğini anlattı.
Şimdi onun bildirisinin metni:
Ey Muhammed’in (saa) düşmanları! Bizim Muhammed’i (saa) yalnız bırakacağımızı sanmayın.Hayır, o her zaman bizim uzaktan akrabalarımız ve yakınlarımız arasında değerlidir. Haşimilerin güçlü bilekleri, onu her türlü tehlikeden koruyacaktır.
Amcasının ölümü kesinleşmişti, Ebu Talib’in evinden çığlık ve ağlama sesleri yükseldi.Dost ve düşman herkes onun evi etrafında toplanmış ve onun defnedilme merasimine katılmışlardı; ama Ebu Talib gibi Kureyş ‘in reisi ve kabilenin efendisi olan bir şahsiyetin ölümü ile ilgili olaylar hemen son bulur muydu?
—–
1-Ebu Talib’in adı “Abdumenaf” idi ve babası ona bu isimle hitap ederdi. Onun adının “İmran” olduğu da söylenmiştir. Uzak yerlerden Hz. Peygamber (saa) için okunması müstehap olan bir ziyaretnamede denildiği üzere şöyle hitap edilmektedir:
“Amcan İmran’a – Ebu Talib’e – selam olsun”
Bazıları onun adının Ebu Talip olduğunu zannediyorlar. Halbuki bu onun künyesidir.
2-Menakıb-ı İbn Şehraşub, 1/27; el-Hüccet , 70.s.
——-
Allame Cafer Süphani’nin “Hz. Muhammed’in (saa) Hayatı” adlı kitabından alıntıdır.
Sayfa:145