Cezayirli gazeteci Bufelce Gıyat Londra’da yayımlanan el-Kudsu’l- Arabi gazetesi için kaleme aldığı bu yazıda, İran’la Mısır’ın Ortadoğu’daki rekabetini analiz ediyor.
İran’la Mısır’ın kamplaşmada gerçekleştirdikleri yer değişimi dikkate değerdir. Şah dönemi İran ABD öncülüğündeki Batı kampına; o dönemlerdeki Cemal Abdu’n- Nasır’ın Mısırı ise Sovyetler öncülüğündeki sosyalist kampa dâhildi.
İmam Humeyni önderliğinde İslam Devrimi’nin gerçekleşmesinden sonra İran, ABD ve İsrail düşmanı olarak yerini almıştır. Cemal Abdu’n- Nasır’ın ölümünün hemen ardından Mısır ise ABD ve İsrail’le birlikte Batı cephesini oluşturmuştur.
Bu durum Mısır’la İran’ı tekrar karşı karşıya getirmiş, özellikle İran’ın Suriye ve Lübnan’la sıkı ilişkiler kurması ve bunu sürdürmesi aynı zaman da Hamas gibi bazı Filistinli gruplara destek vermesi ararlındaki rekabeti kızıştırmıştır. Mısır da Suriye ve Hizbullah karşıtlarının yanında yer almış Filistin yönetimine destek vermiştir.
Rekabeti artıran diğer unsurlar ise İran’ın teknolojik silahlara sahip olma noktasında ilerleme kaydetmesi ve Ortadoğu’da özellikle de Saddam’ın devrilmesinden sonra İran’ın ciddi manada Irak’ta siyasi ve mezhebi nüfuzunu genişletmesi gibi meseleleri içeriyor.
Olayların seyrinin Arap dünyası ve Birleşmiş Milletler için büyük bir tehlike oluşturduğu kesin. Batı da İran’ın nüfuzunu engelleyebilmek için Mısır’ın yanında yer almaya hevesli. Mısır ve İran’ın her birinin bölge nüfuzuna etkileri ve bunun boyutları neler olabilir?
Orta Doğuda İran nüfuzunun artması
İran, devrinin en güçlü İmparatorluğu olan Roma İmparatorluğu yanında onunla mücadele edebilecek güce sahip Pers İmparatorluğu’nun bir mirasçısı olarak görülüyor.
İran’ın sahip olduğu siyasi ve askeri güç, beceri, sanayileşme ve yüksek uygarlık seviyesi devralmış olduğu bu mirasın bir sonucudur. İran, Batı ve bilhassa BM ile arası iyi olduğu dönemlerde eğitim ve sanayi alanında bu devletlerden aldığı destekle silah sanayisi dahil iyi bir gelişme sağlamıştır.
Devrimden sonra bu gücünü her alanda göstermiştir. Bağımsız bir politika izleyen İran güncel meselelerin hallinde bizzat kendinin oluşturmuş olduğu siyaset felsefesi ve ideolojisi üzerine geliştirmiş olduğu stratejiye göre hareket etmiş ve sahip olduğu gücü bunlarla desteklemiştir.
İran tüm dünyada Şii mezhebi temelli İslam devriminin esaslarına dayalı özel bir dış politika izlemiştir. Ortadoğu bölgesinde ABD’ye ve İsrail’e karşı düşmanlık bayrağını çekmiş, aktif bir siyaset yürütmüştür.
Batı karşıtları İran’ın etrafında toplanmış, yürütmüş olduğu öz güven ve mutlak bağımsızlık politikasını desteklemişlerdir. Irak-İran savaşının sonucunda İran, bütün silahlarını; füze, kimyasal silahlar ve atom teknolojisini geliştirme ve uranyum zenginleştirme gerekliliğini gördü.
İran’ın uranyum zenginleştirmesine Batılılar karşı çıkmış İran’ı baskı altına almış ve hatta 21. yüzyılda bir misli daha görülmemiş tehditlerde bulunmuşlardır. İran tüm bunlara önem vermemiş ve yoluna devam etmiştir.
Nitekim İran; sanayide, ekonomide, eğitimde, askeri alanda ve tüm alanlarda gerçekleştirmiş olduğu gelişimlerle güçlü bir devlet olmuştur. İran kendi arabasını üretebiliyor, gelişmiş bir ağır sanayisi var.
Artık bilimsel ve teknolojik bakımdan iddialı bir seviyede, uranyum zenginleştirme işlemine başlamış füze sistemini, zırhlı araçlarını, uçaklarını, denizaltılarını geliştirmiş kısacası silahlanma noktasında hedeflediği noktaya ulaşmış ve Batı’nın silahlarıyla boy ölçüşebilecek konuma gelmiştir.
Irak-İran savaşında Amerika’nın zırhlı araçlarına ve tanklarına ve Lübnan’da İsrail’e karşı kullanmış olduğu bir takım silahlar iyi sonuçlar vermiştir. İran’ın en son başarısı kendi üretmiş olduğu uyduyu uzaya fırlatması olmuştur.
Ayrıca İran füzelere ve fırlatma rampalarına sahiptir. Neticesinde uydu teknolojisine sahip ülkeler arasında yerini almıştır. Bütün bunlara ek olarak İran’ın Ortadoğu’da izlemiş olduğu haklı politika, ABD ve İsrail’in baskılarına karşı Gazze’deki Filistinli direnişçilere ve Lübnan’daki Hizbullah’a arka çıkması Arap halkları arasında büyük bir sempati uyandırmıştır. Zira Araplar (devletleri) ABD ve İsrail yanlısı bir strateji tercih etmişler, teslimiyetçi bir hal almışlardır.
Tüm bunlar İran’ın Ortadoğu’da etkinliğini artırmış böylece İran elinde bulundurduğu ekonomik, stratejik, askeri ve siyasi güçle Ortadoğu’da ağırlığını koymuştur ve İran’ın Afganistan ve Irak gibi sıcak gelişmelerin yaşandığı bölgelere komşu olması onun stratejik önemini artırmaktadır.
Bunun yanında Şiilik üzerinden bu bölgelere nüfuzu da stratejik önemini daha da artırmaktadır. Bununla birlikte bu nüfuz sadece buralarla ilgili değil dünya saşına yayılan bir nüfuzdur. İran’ın bu bağlamda Arap ülkelerindeki etkinliği Mısır’ı rahatsız etmiş ve Mısır bunun karşısında durma eğilimi içerisine girmiştir.
Mısır’ın sahip olduğu imkânlar ve bu çekişmeye karşı koyabilme becerisi
Mısır bütün bu mirası tarihin şahit olduğu güçlü bir ordu ve yönetime sahip olan Firavun’dan tevarüs etmiştir. Piramitler ve kralların mumyaları bu gücün açık örnekleridir.
Mısır, çöllerle çevrili olmasına rağmen Nil o bölgeye hayat vermiş tabiri caizse Mısır Nil’in hediyesi olmuştur. Nil’in varlığıyla verimli topraklara sahip olan Mısır, tarıma önem vermiş, bunun sonucunda gelişmiş bir ziraata sahip olmuştur.
Konum olarak Asya ve Afrika kıtalarını birbirine bağlayan Mısır stratejik bir öneme sahiptir. Mısır’dan geçen Kızıl Deniz’le Akdeniz’i birbirine bağlayan Süveyş Kanalı Mısır’ın önemini daha da artırmıştır. Bir de Mısır insan gücü bakımından, 86 milyon nüfusuyla zengin bir ülkedir.
Mısır’ın İsrail sınırında bir ülke olması, Mısır'ı 1948,1967 ve son olarak da 1973 yılında İsrail’le yapmış olduğu savaşlar 1979’da İsrail’le barış yapmaya itmiştir. Böylece Mısır siyasi geleceğini Birleşmiş Milletlere bağımlı kılmış kendisinin ve Arapların siyasi, iktisadi ve askeri maslahatını gözetmesi gerekli olan en önemli bir zamanda BM’nin yönlendirmeleriyle hareket etmiştir. Dolayısıyla bu gelişmeler İran lehine sonuçlanmıştır.
Mısır’ın iktisadi ve sanayileşmede geldiği noktaya değinecek olursak özellikle Mısır sanayide çok geri kalmıştır. Ziraatın ve bilhassa pamuk ve pirinç üretiminin haricinde sanayileşmede çok basit ve ilkel gelişmeleri göz önünde bulundurmazsak Mısır arzu ettiği başarıya ulaşamadı.
Sanayide İran ve Türkiye gibi ülkelerin çok gerisindedir. Geriye Mısır’ın imkanları ve gücü noktasında soru yöneltilebilecek birkaç nokta kalıyor:
Mısır’ın makine sanayisi ne durumda? Füzeler uçaklar ve tanklar üretebilecek bir askeri sanayiye sahip mi? Kendi askeri tersanesi var mı? Ya da bir nükleer programa sahip mi? Bilimsel ve teknolojik başarıları neler?
İşte Mısır bütün bu sorulara cevap verebilecek noktada değil, kaldı ki Amerika’nın ve bazı Körfez devletlerinin özellikle de Suudi Arabistan’ın yardımı olmasa kendi halkının geçimini sağlamaktan aciz görünüyor. Ekonomik bağımlılık Mısır’a kendi politikasını bağımsız bir şekilde belirlemeye imkan vermiyor. Batı’nın eleştirilerine dikkat kesilen Mısır’ın niyeti gayet açık.
Mısır’ın dış siyasetini nazara alırsak normal olarak direnişi desteklemesi gerektiği, Arap ve Müslümanların yanında yer alması gerektiğini söyleyebiliriz. Yalnız hali hazırda (İsrail’e karşı) barış ve teslimiyet yanlısı bir tutum sergilemektedir.
Filistin hükümetine karşı aldığı tavır Lübnan’daki Hizbullah’a ve Gazze’deki direnişçilere olan düşmanlığı bunun en açık göstergesidir. Mısır’ın bu minval üzere hareket etmesi özellikle de İsrail’i memnun etmek için Gazze’yi ablukaya alması sivil halk örgütlerinin muhalefetine sebep olmuştur.
Mısır iç işlerinde durum iyi görünmemektedir, demokrasi varlığını tamamen kaybetmiştir. Krallık rejiminin devrildiği 1954’ten beri Mısır’ın başına üç kişi geçebilmiştir. Bunlardan ilki devrimi gerçekleştiren Cemal Abdu’n- Nasırdır ve yönetimdeyken ölmüştür. Ondan sonra başa geçen Enver Sedat İsrail görüşmelerinden sonra suikasta uğramış ve hayatını kaybetmiştir. En son cumhurbaşkanı ise hala Mısır’ın başında bulunan ve bu siyaseti devam ettiren Hüsnü Mübarektir.
Özellikle iç işleri noktasında Mısır hükümetine muhalif grupların bilhassa İhvan-ı Müslimin’in peşine düşmüş ve sürekli onlarla mücadele etmiştir. Mısır emniyeti sürekli hükümet karşıtı grupların İhavan-ı Müslimin’in liderlerini toplamak, içeri atmak ve bir müddet sonra tekrar serbest bırakmakla meşgul… Sanki yapacak başka işleri yok. Başkanın siyasetine kim muhalifse hemen takibe maruz kalıyor. Kim bunlar? Yabancı mı düşman mı? Hayır Mısır’ın kendi evlatları. Demokrasi bunun neresinde!
Mısır ve İran kuvvetleri arasındaki denge
İki devlet arasında basit bir kıyaslayama yapacak olursak. İran’ın maddi gücü ve ulaştığı nokta ortadadır. İran bilimsel ve teknolojik olarak ciddi başarılar elde etmiş kendi sanayisini oluşturmuş askeri tersaneye sahip ve her türlü füze, uçak üretebilecek seviyeye ulaşmış, uzaya uydu göndererek gelişmişliğini ispatlamıştır.
İran’ın askeri bilimsel ekonomik noktada ulaştığı kendine yetebilirlik seviyesi ona asıl gücünü sağlamış, ayrıca İran’a Birleşmiş Milletlerden bağımsız kendi müstakil siyasetini güdebilme imkanı vermiştir.
İran’ın ekonomik bağımsızlığı kendi hedeflerine ulaşmada büyük bir güç olmuş, Batı’nın tüm baskılarına rağmen nükleer enerji elde etme programını sürdürebilmiştir. İran’ın bağımsızlığını sağlamlaştıran önemli bir unsurda yerel Şii mezhebine dayalı İslam devrimi politikasını sürdürmesidir. Şiilik ne Doğu’ya ne Batı’ya aittir, bizzat kendi kültürleridir.
İran’ın meydan okumalarına karşılık verebilmesi için Mısır’ın ciddi bir çalışmayla daha çok mesafe kat etmesi gerekmektedir. Fakat Mısır hala siyasi, iktisadi ve sosyal alanlarda çeşitli sıkıntılarla boğuşuyor.
Sürdürmüş olduğu Batı yanlısı siyaseti de cabası. Mısır bir an önce siyasi tutumunu değiştirmeli kendi politika ve stratejisini oluşturmalıdır. Ekonomik alanda da yeni bir yapılanmaya gidilmelidir. Öyle ki şu hal üzerine bölgede yükselen İran’ın yanında Arap ve Müslümanlara muhalif alçalan bir Mısır izlemek kaçınılmazdır.
Mısır konsoloslukları Gazze muhasarası sebebiyle Müslümanların gerçekleştirdiği eylemlere şahit olmuştur. Bazı Arap hükümetleri Mısır’ın politikasından duyulan memnuniyetsizliği açık bir dille ifade etmişlerdir.
Katar’ın bu konudaki açık tutumunu biliyoruz ki birçoklarının muhalefetlerini sahnenin ardından sürdürdüğü muhakkak. Bu durum Mısır bölgesel bir güce dönüşünceye kadar devam edecektir. Mısır Arap unsurların dışında siyasetine müdahaleye karşı çıkmalı eksikliklerini gidermeli, ekonomide ilerlemelidir.
Kendi dış politikasını icra edebilmesi için ABD’den gelen maddi yardımlara ihtiyacı olmaması gerek. Özellikle de İsrail’e karşı yürüttüğü politikayı gözden geçirmeli. Aynı zamanda bu konularla ilgili Araplarla yardımlaşmalı ve onları küçümsememeli, onları baskı altına almaya çalışmak gibi mantıksız bir harekette bulunmamalıdır.
İç siyasette ise demokrasinin yolunu açmalı, diğer partilerin hareketini kısıtlamamalı ve yapıcı eleştirilere açık olmalıdır. Şeffaf bir seçim gerçekleştirilmeli, hükümete doğrudan yapılan oylamalar sonucunda bir yönetim gelmelidir. Mısır siyasi durgunluğuna ancak bu şekilde son verebilir.
Diğer Arap memleketleri için de aynı durum geçerlidir. Bunlar gerçekleştiği zaman hür bir ortamda farklı fikirleri yanıtsan halkın sorunlarına ışık tutan hür bir politika ortaya çıkabilir. Bu planlamalar yüksek bir dikkatle ve iyi bir çalışmayla gerçekleştirilebilir.
Öyle ki devlet sorumlularını seçmede yeterlilik ön planda tutulmalıdır. Siyasi söylemler ve reklamsal hareketlerle ülke hiçbir yere varamaz. Önemli olan ülkenin her türlü sorununu; demokrasi, hürriyet ve ilerleme gibi akıllı bir siyaset ve ciddi bir çabayla ele almaktır. Bunlar haddi zatında gelişmeyi gerçekleştirecek unsurlardır.
İşte o zaman Mısır bölgesel bir güç olarak yerini alacak ve arzuladığı hedefe ulaşmış olacaktır. Diğer Arap devletleri de Mısır’ın etrafında toplanacak Ortadoğu’da Mısır hatırı sayılır bir güç olarak riyaseti ele alabilecektir.
Dünya politikasında ise Araplardan aldığı destekle güçlü bir konuma yükselecek ve eskisi gibi Arapların kardeşliğine dönecektir. İran’a dönecek olursak; İran Arap devletlerden herhangi birinin oyundan çıkmasıyla birlikte Ortadoğu’da etkin bir güç olarak yerini koruyacaktır.
Çeviren: Muhammed Emin Üzümcü
YDH
İran’la Mısır’ın kamplaşmada gerçekleştirdikleri yer değişimi dikkate değerdir. Şah dönemi İran ABD öncülüğündeki Batı kampına; o dönemlerdeki Cemal Abdu’n- Nasır’ın Mısırı ise Sovyetler öncülüğündeki sosyalist kampa dâhildi.
İmam Humeyni önderliğinde İslam Devrimi’nin gerçekleşmesinden sonra İran, ABD ve İsrail düşmanı olarak yerini almıştır. Cemal Abdu’n- Nasır’ın ölümünün hemen ardından Mısır ise ABD ve İsrail’le birlikte Batı cephesini oluşturmuştur.
Bu durum Mısır’la İran’ı tekrar karşı karşıya getirmiş, özellikle İran’ın Suriye ve Lübnan’la sıkı ilişkiler kurması ve bunu sürdürmesi aynı zaman da Hamas gibi bazı Filistinli gruplara destek vermesi ararlındaki rekabeti kızıştırmıştır. Mısır da Suriye ve Hizbullah karşıtlarının yanında yer almış Filistin yönetimine destek vermiştir.
Rekabeti artıran diğer unsurlar ise İran’ın teknolojik silahlara sahip olma noktasında ilerleme kaydetmesi ve Ortadoğu’da özellikle de Saddam’ın devrilmesinden sonra İran’ın ciddi manada Irak’ta siyasi ve mezhebi nüfuzunu genişletmesi gibi meseleleri içeriyor.
Olayların seyrinin Arap dünyası ve Birleşmiş Milletler için büyük bir tehlike oluşturduğu kesin. Batı da İran’ın nüfuzunu engelleyebilmek için Mısır’ın yanında yer almaya hevesli. Mısır ve İran’ın her birinin bölge nüfuzuna etkileri ve bunun boyutları neler olabilir?
Orta Doğuda İran nüfuzunun artması
İran, devrinin en güçlü İmparatorluğu olan Roma İmparatorluğu yanında onunla mücadele edebilecek güce sahip Pers İmparatorluğu’nun bir mirasçısı olarak görülüyor.
İran’ın sahip olduğu siyasi ve askeri güç, beceri, sanayileşme ve yüksek uygarlık seviyesi devralmış olduğu bu mirasın bir sonucudur. İran, Batı ve bilhassa BM ile arası iyi olduğu dönemlerde eğitim ve sanayi alanında bu devletlerden aldığı destekle silah sanayisi dahil iyi bir gelişme sağlamıştır.
Devrimden sonra bu gücünü her alanda göstermiştir. Bağımsız bir politika izleyen İran güncel meselelerin hallinde bizzat kendinin oluşturmuş olduğu siyaset felsefesi ve ideolojisi üzerine geliştirmiş olduğu stratejiye göre hareket etmiş ve sahip olduğu gücü bunlarla desteklemiştir.
İran tüm dünyada Şii mezhebi temelli İslam devriminin esaslarına dayalı özel bir dış politika izlemiştir. Ortadoğu bölgesinde ABD’ye ve İsrail’e karşı düşmanlık bayrağını çekmiş, aktif bir siyaset yürütmüştür.
Batı karşıtları İran’ın etrafında toplanmış, yürütmüş olduğu öz güven ve mutlak bağımsızlık politikasını desteklemişlerdir. Irak-İran savaşının sonucunda İran, bütün silahlarını; füze, kimyasal silahlar ve atom teknolojisini geliştirme ve uranyum zenginleştirme gerekliliğini gördü.
İran’ın uranyum zenginleştirmesine Batılılar karşı çıkmış İran’ı baskı altına almış ve hatta 21. yüzyılda bir misli daha görülmemiş tehditlerde bulunmuşlardır. İran tüm bunlara önem vermemiş ve yoluna devam etmiştir.
Nitekim İran; sanayide, ekonomide, eğitimde, askeri alanda ve tüm alanlarda gerçekleştirmiş olduğu gelişimlerle güçlü bir devlet olmuştur. İran kendi arabasını üretebiliyor, gelişmiş bir ağır sanayisi var.
Artık bilimsel ve teknolojik bakımdan iddialı bir seviyede, uranyum zenginleştirme işlemine başlamış füze sistemini, zırhlı araçlarını, uçaklarını, denizaltılarını geliştirmiş kısacası silahlanma noktasında hedeflediği noktaya ulaşmış ve Batı’nın silahlarıyla boy ölçüşebilecek konuma gelmiştir.
Irak-İran savaşında Amerika’nın zırhlı araçlarına ve tanklarına ve Lübnan’da İsrail’e karşı kullanmış olduğu bir takım silahlar iyi sonuçlar vermiştir. İran’ın en son başarısı kendi üretmiş olduğu uyduyu uzaya fırlatması olmuştur.
Ayrıca İran füzelere ve fırlatma rampalarına sahiptir. Neticesinde uydu teknolojisine sahip ülkeler arasında yerini almıştır. Bütün bunlara ek olarak İran’ın Ortadoğu’da izlemiş olduğu haklı politika, ABD ve İsrail’in baskılarına karşı Gazze’deki Filistinli direnişçilere ve Lübnan’daki Hizbullah’a arka çıkması Arap halkları arasında büyük bir sempati uyandırmıştır. Zira Araplar (devletleri) ABD ve İsrail yanlısı bir strateji tercih etmişler, teslimiyetçi bir hal almışlardır.
Tüm bunlar İran’ın Ortadoğu’da etkinliğini artırmış böylece İran elinde bulundurduğu ekonomik, stratejik, askeri ve siyasi güçle Ortadoğu’da ağırlığını koymuştur ve İran’ın Afganistan ve Irak gibi sıcak gelişmelerin yaşandığı bölgelere komşu olması onun stratejik önemini artırmaktadır.
Bunun yanında Şiilik üzerinden bu bölgelere nüfuzu da stratejik önemini daha da artırmaktadır. Bununla birlikte bu nüfuz sadece buralarla ilgili değil dünya saşına yayılan bir nüfuzdur. İran’ın bu bağlamda Arap ülkelerindeki etkinliği Mısır’ı rahatsız etmiş ve Mısır bunun karşısında durma eğilimi içerisine girmiştir.
Mısır’ın sahip olduğu imkânlar ve bu çekişmeye karşı koyabilme becerisi
Mısır bütün bu mirası tarihin şahit olduğu güçlü bir ordu ve yönetime sahip olan Firavun’dan tevarüs etmiştir. Piramitler ve kralların mumyaları bu gücün açık örnekleridir.
Mısır, çöllerle çevrili olmasına rağmen Nil o bölgeye hayat vermiş tabiri caizse Mısır Nil’in hediyesi olmuştur. Nil’in varlığıyla verimli topraklara sahip olan Mısır, tarıma önem vermiş, bunun sonucunda gelişmiş bir ziraata sahip olmuştur.
Konum olarak Asya ve Afrika kıtalarını birbirine bağlayan Mısır stratejik bir öneme sahiptir. Mısır’dan geçen Kızıl Deniz’le Akdeniz’i birbirine bağlayan Süveyş Kanalı Mısır’ın önemini daha da artırmıştır. Bir de Mısır insan gücü bakımından, 86 milyon nüfusuyla zengin bir ülkedir.
Mısır’ın İsrail sınırında bir ülke olması, Mısır'ı 1948,1967 ve son olarak da 1973 yılında İsrail’le yapmış olduğu savaşlar 1979’da İsrail’le barış yapmaya itmiştir. Böylece Mısır siyasi geleceğini Birleşmiş Milletlere bağımlı kılmış kendisinin ve Arapların siyasi, iktisadi ve askeri maslahatını gözetmesi gerekli olan en önemli bir zamanda BM’nin yönlendirmeleriyle hareket etmiştir. Dolayısıyla bu gelişmeler İran lehine sonuçlanmıştır.
Mısır’ın iktisadi ve sanayileşmede geldiği noktaya değinecek olursak özellikle Mısır sanayide çok geri kalmıştır. Ziraatın ve bilhassa pamuk ve pirinç üretiminin haricinde sanayileşmede çok basit ve ilkel gelişmeleri göz önünde bulundurmazsak Mısır arzu ettiği başarıya ulaşamadı.
Sanayide İran ve Türkiye gibi ülkelerin çok gerisindedir. Geriye Mısır’ın imkanları ve gücü noktasında soru yöneltilebilecek birkaç nokta kalıyor:
Mısır’ın makine sanayisi ne durumda? Füzeler uçaklar ve tanklar üretebilecek bir askeri sanayiye sahip mi? Kendi askeri tersanesi var mı? Ya da bir nükleer programa sahip mi? Bilimsel ve teknolojik başarıları neler?
İşte Mısır bütün bu sorulara cevap verebilecek noktada değil, kaldı ki Amerika’nın ve bazı Körfez devletlerinin özellikle de Suudi Arabistan’ın yardımı olmasa kendi halkının geçimini sağlamaktan aciz görünüyor. Ekonomik bağımlılık Mısır’a kendi politikasını bağımsız bir şekilde belirlemeye imkan vermiyor. Batı’nın eleştirilerine dikkat kesilen Mısır’ın niyeti gayet açık.
Mısır’ın dış siyasetini nazara alırsak normal olarak direnişi desteklemesi gerektiği, Arap ve Müslümanların yanında yer alması gerektiğini söyleyebiliriz. Yalnız hali hazırda (İsrail’e karşı) barış ve teslimiyet yanlısı bir tutum sergilemektedir.
Filistin hükümetine karşı aldığı tavır Lübnan’daki Hizbullah’a ve Gazze’deki direnişçilere olan düşmanlığı bunun en açık göstergesidir. Mısır’ın bu minval üzere hareket etmesi özellikle de İsrail’i memnun etmek için Gazze’yi ablukaya alması sivil halk örgütlerinin muhalefetine sebep olmuştur.
Mısır iç işlerinde durum iyi görünmemektedir, demokrasi varlığını tamamen kaybetmiştir. Krallık rejiminin devrildiği 1954’ten beri Mısır’ın başına üç kişi geçebilmiştir. Bunlardan ilki devrimi gerçekleştiren Cemal Abdu’n- Nasırdır ve yönetimdeyken ölmüştür. Ondan sonra başa geçen Enver Sedat İsrail görüşmelerinden sonra suikasta uğramış ve hayatını kaybetmiştir. En son cumhurbaşkanı ise hala Mısır’ın başında bulunan ve bu siyaseti devam ettiren Hüsnü Mübarektir.
Özellikle iç işleri noktasında Mısır hükümetine muhalif grupların bilhassa İhvan-ı Müslimin’in peşine düşmüş ve sürekli onlarla mücadele etmiştir. Mısır emniyeti sürekli hükümet karşıtı grupların İhavan-ı Müslimin’in liderlerini toplamak, içeri atmak ve bir müddet sonra tekrar serbest bırakmakla meşgul… Sanki yapacak başka işleri yok. Başkanın siyasetine kim muhalifse hemen takibe maruz kalıyor. Kim bunlar? Yabancı mı düşman mı? Hayır Mısır’ın kendi evlatları. Demokrasi bunun neresinde!
Mısır ve İran kuvvetleri arasındaki denge
İki devlet arasında basit bir kıyaslayama yapacak olursak. İran’ın maddi gücü ve ulaştığı nokta ortadadır. İran bilimsel ve teknolojik olarak ciddi başarılar elde etmiş kendi sanayisini oluşturmuş askeri tersaneye sahip ve her türlü füze, uçak üretebilecek seviyeye ulaşmış, uzaya uydu göndererek gelişmişliğini ispatlamıştır.
İran’ın askeri bilimsel ekonomik noktada ulaştığı kendine yetebilirlik seviyesi ona asıl gücünü sağlamış, ayrıca İran’a Birleşmiş Milletlerden bağımsız kendi müstakil siyasetini güdebilme imkanı vermiştir.
İran’ın ekonomik bağımsızlığı kendi hedeflerine ulaşmada büyük bir güç olmuş, Batı’nın tüm baskılarına rağmen nükleer enerji elde etme programını sürdürebilmiştir. İran’ın bağımsızlığını sağlamlaştıran önemli bir unsurda yerel Şii mezhebine dayalı İslam devrimi politikasını sürdürmesidir. Şiilik ne Doğu’ya ne Batı’ya aittir, bizzat kendi kültürleridir.
İran’ın meydan okumalarına karşılık verebilmesi için Mısır’ın ciddi bir çalışmayla daha çok mesafe kat etmesi gerekmektedir. Fakat Mısır hala siyasi, iktisadi ve sosyal alanlarda çeşitli sıkıntılarla boğuşuyor.
Sürdürmüş olduğu Batı yanlısı siyaseti de cabası. Mısır bir an önce siyasi tutumunu değiştirmeli kendi politika ve stratejisini oluşturmalıdır. Ekonomik alanda da yeni bir yapılanmaya gidilmelidir. Öyle ki şu hal üzerine bölgede yükselen İran’ın yanında Arap ve Müslümanlara muhalif alçalan bir Mısır izlemek kaçınılmazdır.
Mısır konsoloslukları Gazze muhasarası sebebiyle Müslümanların gerçekleştirdiği eylemlere şahit olmuştur. Bazı Arap hükümetleri Mısır’ın politikasından duyulan memnuniyetsizliği açık bir dille ifade etmişlerdir.
Katar’ın bu konudaki açık tutumunu biliyoruz ki birçoklarının muhalefetlerini sahnenin ardından sürdürdüğü muhakkak. Bu durum Mısır bölgesel bir güce dönüşünceye kadar devam edecektir. Mısır Arap unsurların dışında siyasetine müdahaleye karşı çıkmalı eksikliklerini gidermeli, ekonomide ilerlemelidir.
Kendi dış politikasını icra edebilmesi için ABD’den gelen maddi yardımlara ihtiyacı olmaması gerek. Özellikle de İsrail’e karşı yürüttüğü politikayı gözden geçirmeli. Aynı zamanda bu konularla ilgili Araplarla yardımlaşmalı ve onları küçümsememeli, onları baskı altına almaya çalışmak gibi mantıksız bir harekette bulunmamalıdır.
İç siyasette ise demokrasinin yolunu açmalı, diğer partilerin hareketini kısıtlamamalı ve yapıcı eleştirilere açık olmalıdır. Şeffaf bir seçim gerçekleştirilmeli, hükümete doğrudan yapılan oylamalar sonucunda bir yönetim gelmelidir. Mısır siyasi durgunluğuna ancak bu şekilde son verebilir.
Diğer Arap memleketleri için de aynı durum geçerlidir. Bunlar gerçekleştiği zaman hür bir ortamda farklı fikirleri yanıtsan halkın sorunlarına ışık tutan hür bir politika ortaya çıkabilir. Bu planlamalar yüksek bir dikkatle ve iyi bir çalışmayla gerçekleştirilebilir.
Öyle ki devlet sorumlularını seçmede yeterlilik ön planda tutulmalıdır. Siyasi söylemler ve reklamsal hareketlerle ülke hiçbir yere varamaz. Önemli olan ülkenin her türlü sorununu; demokrasi, hürriyet ve ilerleme gibi akıllı bir siyaset ve ciddi bir çabayla ele almaktır. Bunlar haddi zatında gelişmeyi gerçekleştirecek unsurlardır.
İşte o zaman Mısır bölgesel bir güç olarak yerini alacak ve arzuladığı hedefe ulaşmış olacaktır. Diğer Arap devletleri de Mısır’ın etrafında toplanacak Ortadoğu’da Mısır hatırı sayılır bir güç olarak riyaseti ele alabilecektir.
Dünya politikasında ise Araplardan aldığı destekle güçlü bir konuma yükselecek ve eskisi gibi Arapların kardeşliğine dönecektir. İran’a dönecek olursak; İran Arap devletlerden herhangi birinin oyundan çıkmasıyla birlikte Ortadoğu’da etkin bir güç olarak yerini koruyacaktır.
Çeviren: Muhammed Emin Üzümcü
YDH