Vahdet ekseni çevresinde Müslümanların birleşmesi hedefi ile son yıllarda müslüman âlimler ve düşünürler tarafından değerli çalışmalar gerçekleşmiştir. Fakat düşmanların komplolarının genişliği nedeni ile hala tefrika sesleri çevreden duyularak Müslümanları üzmeye devam ediyor. Son haftalarda Irak, Pakistan ve diğer bazı müslüman ülkelerde din kardeşlerimizin şehit edilmesi ile sonuçlanan bazı kinci ve tefrikacı grupların eylemelerine şahit olduk. Bir süre önce de Pakistan'da düzenlenen bir yas merasimine düzenlenen saldırıda 70 Şii Müslüman şehit edildi.
Görünüşe göre Müslümanlara, İslami vahdete ulaşmak için her şeyden daha fazla yardımcı olan hareket, Resulullah'ın (sav) davranışını örnek almaktır. Zira Nebiyi Ekrem (sav) bir güneş misali milyonlarca müslümanın yaşam ve ruhuna aydınlık ve hayat sağlıyor. İslam tarihi boyunca yaşanan olaylar, peygamber efendimizin müslümanlar arasında ayrılık ve tefrikanın oluşmaması ve vahdetin sağlanması için önemli rolünün bulunduğunu gösteriyor. Kuran Kerim de Al-i İmran suresinin 105. ayetinde şöyle buyuruyor:
"Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır."
İslam peygamberi (sav) Medine'ye hicreti ardından çeşitli gruplar arasında anlaşmalar sağladı. Söz konusu anlaşmalar o dönemde vahdetin sağlanması için en etkili yöntemin bariz örnekleridir. İlk anlaşma Resulullah efendimiz (sav) ve Yesrüb kentinde bulunan kabileler arasında imzalandı. Birçok uzmana göre bu anlaşma dünyanın ilk yazılan anayasasıdır. Hz. Muhammed (sav) tarafından alınan bu karar, dini dayanışma ve milli birliğin sağlanması için en uygun seçenekti. Zira çatışan kabileler arasında vahdetin sağlanması Müslümanların sosyal haklarını garanti ederken, siyasi ve iktidar vahdetinin oluşma ortamını da hazırlamış oluyordu. Söz konusu anlaşmanın bir bölümünde şöyle yazılıyor: Müslümanlar tek bir ümmet olarak diğer insanlardan farklıdırlar; onlar zulüm, fesat, saldırı ve komplolara karşı vahdet içinde olacaklar; müslümanlar arasında bir ihtilafın baş göstermesi durumunda onların arasındaki hekem yüce Allah ve Resulüdür; müslümanlar yüklü miktarda borçlu olan kimseyi yalnız bırakmayıp ona yardımcı olurlar.
Bu tarihi anlaşmanın diğer maddeleri, İslam peygamberinin (sav) dönem toplumunda dayanışma ve vahdetin sağlanması için yoğun faaliyette bulunduğunu gösteriyor. Nitekim diğer bir bölümünde de şöyle yazıyor: Müslümanlar ve Yahudiler tek bir ümmetler ve bir millet gibi Medine'de yaşamlarını sürdürüp, her biri kendi dinine sahiptirler. Anlaşmayı kabul eden Yahudilere yardımcı olunacaktır. Müslümanlar ve Yahudiler bu anlaşmaya düşman olanlara karşı mücadele etmeleri gerekir; her ikisi birbirine yardım ederek Yesrüb'e saldıranlara karşı hep birlikte ve beraberce savaşacaklar.
Hz. Muhammed'in (sav) Medine'deki en önemli yeniliklerinden biri, müslümanlar arasında sosyal ve kardeşlik bağı oluşturmaktı. Söz konusu anlaşma her türlü kabile ve kavmiyete dayalı düşünceleri nefyederek ortak iman ve sosyal dayanışma üzerine kurulmuştu. Resulullah (sav) Mekkeli muhacirlerden her birini Medine halkından biri ile kardeş ilan edip, tarihi bir olayda Hz. İmam Ali'yi (as) kendisi için dünya ve ahiret kardeşi olarak ilan etti. İslam peygamberinin (sav) insanlar arasında kardeşlik bağı oluşturma doğrultusundaki eşsiz hareketi toplum fertleri arasında her asır veya dönemde etkili bir yöntem sayılıyor. Hz. Muhammed (sav) müminleri, tek bir ümmet olarak görüyor ve Allah'a iman ekseninde birleşen ve gelişmekte olan bir toplumun oluşması için aralıksız çalışmalarına devam ediyordu.
Peygamber efendimizin oluşturduğu toplumda insanlar karşılıklı rahmet ve kardeşlik duyguları içinde olmaları nedeni ile vahdet, aşk ve iman toplumun dokusuna işlemiştir. Rahmet peygamberi (sav), gönülleri birleştiren resul değil mi? Bu dostluk ve kardeşlik, tekrar oluşturulamaz mı?
Zatul-beyyin'i ıslah konusu, üzerinde durulan konular ve peygamber efendimizin (sav) bu konudaki tutumu da İslam ümmeti arasında dayanışma ve vahdeti sağlayan bir diğer konudur. Hz. Muhammed (sav) sahabelerden birine hitaben şöyle buyurdu: Ya Ebu Eyyub, Allah ve Resulünün sevdiği sadakanın ne olduğunu sana açıklayayım mı? İnsanlar arasında küskünlüğü gidermek ve uyum sağlamalarına yardımcı olmak ve Zatul-Beyyin'in ıslah edilmesi.
Âlemlere rahmet peygamberi Hz. Muhammed (sav), iman ehli arasında tefrika ve düşmanlık oluşturmak hedefi ile münafıklar tarafından inşa edilen Dirar camiini tahrip ettirdi. Bu girişim toplum arasında siyasi ayırım ve tefrikayı önlemek ve toplumun zarar görmemesi hedefi ile gerçekleşti. Sevgili İslam peygamberi en son tavsiyelerinde de uyarıda bulunarak şöyle buyuruyor: Beni dinleyin, belki buradan sonra sizi görmeyebilirim; ey insanlar, sizlerin kanı ve malı, birbirinize haramdır. Şunu bilin ki her müslüman diğer müslümanın kardeşidir ve tüm müslümanlar kardeştir.
Hz. Muhammed (sav) İslam ümmetinde vahdetin oluşturulması doğrultusunda ırkçılık, kavmiyetçilik ve ayırımcılıkla mücadele etti. İslam peygamberinin tevhid ve eşitlik çağrısı zalimane ayırımcılıklar ve cahiliye değerleri yok ederken insanların çeşitli din ve ırklardan yeni bir dine bağlanma ortamını oluşturdu. O hazret Zeyd bin Harese'yi ordu komutalığına getirirken siyahî Bilal Habeşi'yi kendi müezzini olarak seçti ve İranlı Salman Farisi'yi takdir ederek toplumun yanlış sosyal üstünlükleri ve ayırımları ile mücadele edip yeni yargı değerlerin egemen olmasını sağladı.
Resulullah'ın adalet ve eşitliğe özen göstermesi de İslami vahdetin sağlanması için etkili bir yöntemdi. Bu bağlamda Hz. Muhammed'in (sav) etkili davranışları İslam toplumunda vahdetin sağlanması için en önemli faktörlerden biridir, zira ihtilafların giderilmesi ve pak insanların İslam'a teşerrüf etmelerine sebep oldu.
Günümüzde tüm müslümanlar İslam dininin yüce peygamberi Hz. Muhammed gibi birisinin dinine bağlı olmakla övünüyorlar. Bu yüzden Resulullah'ın İslam ümmeti içindeki tefrikadan duyduğu endişeyi de anlamak gerekir. Bu yüzden ortak Peygamberimiz, İlahi kitabımız Kuran'ı Kerim ve dini ayinlerimiz çevresinde birleşerek tekrar eski izzet ve yüceliğimizi kazanabiliriz.
Ünlü üniversite hocası ve tıp doktoru Ubeyd Rahmani şöyle diyor: Özellikle Şii ve Sünni müslümanlar arasında vahdetin güçlendirilmesi için her iki tarafın vahdet konusunda doğru anlayışa sahip olmaları gerekiyor. Genel olarak tüm insanlar ve özel olarak tüm Müslümanları tek bir düşünce tarzı etrafında birleştirebileceğimiz düşüncesi tamamen yanlış ve boş bir düşüncedir.
Kendisi ehlisünnet olan tanınmış doktor şöyle devam ediyor: tüm müslümanlar ister Şii ister ehlisünnet her türlü görüş ayrılığı ve ihtilaftan uzak, mantıklı teamül içinde olmalı, akıl ve mantığa dayanan karşılıklı görüşmelerde bulunmalı. Son yıllarda müslüman ülkeler arasında baş gösteren krizler, akıllıca davranmamaktan kaynaklanır; onlara mantıklı çözüm yolları bulmak lazım. Günümüzde İslam dünyası pratikte vahdete ulaşmak için Peygamber siyerine dönmek gerekir.