Muhammed Hasan Ahteri'yi "Hizbullah'ın cephedeki kurucusu" ve "Suriye-İran ilişkilerinin mimarı" olarak niteleyen Şark Al Awsat gazetesi şunları söyler: "Lübnan Hizbullah'ının iki kurucusu vardır. Hizbullah'ın ruhi babası bu fikri ilk kez 80'li yıllarda gün ışığına çıkaran İran'ın eski Suriye Büyükelçisi Ali Muhteşemi'dir. Hareketin "cephedeki babası" ise İran'ın Şam'da 14 yıl büyükelçilik yapan yetkilisi Muhammed Hasan Ahtari'dir. Ahtari, Şam'da iki kez büyükelçilik yapmıştır. Bunlardan ilki 1986-1997 yılları arasındadır. İkinci görevi ise 2005-2008 yılları arasındadır. Ahtari, Suriye'de en fazla nüfuzu bulunan diplomattır. Ancak o sadece bir büyükelçi değil, Hizbullah'ın 'cephedeki babası'dır. Bir yandan Suriye-İran ilişkilerinin mimarıdır. Diğer yandan Tahran ile Şam'daki Filistinli örgütlerin ilişkisini düzenleyen kişidir.
Filistin-İran Dostluk Cemiyeti Kurucusu olan Ahtari, İran'a döndükten sonra İran İslam Cumhuriyeti Rehberi Ayetullah Ali Hamaney'in müsteşarı olarak göreve başlamıştır. Kendisi bu göreve Tahran'a dönmeden iki yıl evvel başlamıştır.
Bilindiği üzere İran'ın Şam büyükelçiliği en büyük elçiliğidir. Elçilik bir deyimle diplomatik faaliyeti bakımından "bölgesel merkezi" olarak görülmektedir. Şam'dan Beyrut'a, oradan da Filistin topraklarına uzanan etkisi ile birçok bölgesel dosya bu büyükelçiliğin hareket alanı içerisindedir."
Hasan Ahteri ile arkadaşımız Furkan Torlak görüştü...
Öncelikle bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Son günlerde ABD ile İran arasında kapsamlı bir görüşme olasılığından söz ediliyor. Hatta bazı görüşmelerin yapıldığı iddia edildi ama İran tarafından yalanlandı. Siz bir ilke olarak Amerika ile görüşmelere nasıl bakıyorsunuz?
Son zamanlarda, özellikle de son günlerde İran ve Amerika arasında görüşme veya buluşma konusunda gündeme gelenler henüz yorum ve analiz düzeyindedir.
Bunların bir temenni veya Birleşik Devletlerin alınan bazı tavırlarla ve yaptığı bazı açıklamalarla ilgili yorum olduğunu da söyleyebiliriz.
Özellikle de devlet başkanı düzeyinde yaptıkları açıklamalar tüm bu yorumlara zemin oluşturmuştur.
İran İslam Cumhuriyeti'nin duruşuna gelince, bizim bu konulardaki tavrımız bellidir. İslam Cumhuriyeti birçok kez ve Dr. Ahmedinecad da en son geçen hafta halka yaptığı konuşmada bu konuda Amerika tarafında söylem düzeyinde yapılan açıklamaların bir faydası olamayacağını belirtmiştir.
İran İslam Cumhuriyeti bu görüşmeleri ümit eden taraf değildir. İslam Cumhuriyeti eylemlere bakar, Amerika'nın davranışlarını gözler.
Eğer Amerika'nın davranışları değişirse yahut Amerika tavırlarını eylem düzeyinde değiştirirse görüşmelerden bahsetmek anlamlı olabilir. Ancak işler bu şekilde ilerlerse hiçbir yeni gelişme olmayacaktır.
Ne tür bir değişiklikten bahsediyorsunuz? Yahut İran, Amerika'nın tavrında ne gibi bir değişiklik beklemektedir?
Biz pratik olarak bu konuda belirli bir eylem takvimi belirlemiş değiliz. Ancak herhangi bir eylem planı, Amerika'nın izleyeceği politikalara bağlı olacaktır. Amerika'nın kullandığı dil ne İran'da resmi ne de halk düzeyinde asla kabul görmemektedir.
Aynı şekilde kullanılan saldırgan dil de artık etkisini yitirmiştir. Amerikalılar, bir taraf olarak kelimenin tam anlamıyla insani davranmalı, uluslar arası teamüllere uygun şekilde karşılık saygıya dayalı bir yol izlemelidir.
Ayrıca Amerika, İslam Cumhuriyetine karşı izlemiş olduğu politikalarından ötürü de özür dilemelidir. Artık eski tehdit dönemi bitmiştir. Amerika Birleşik Devletleri bunu çok iyi anlamalıdır. Eğer Amerika, İran ile konuşmak istiyorsa açık konularla gelmeli, eski tavırlarını değiştirmelidir.
İran, Amerika'nın hiçbir ön koşulla görüşme talebini kabul edemez. Bilakis bu konuda şart koşan taraf İran'dır. İran, Amerika'nın eski tavırlarını değiştirmesini, İran'dan ve İran halkından önceki yaptıklarından ötürü özür dilemeli ve görüşmeleri karşılıklı saygı çerçevesinde istemelidir. Tabi ki ben şu anda şart belirleyen veya şartları sunacak kişi değilim.
Peki, Amerika kiminle diyaloga geçmeli? Deniliyor ki, İran'da hangi otoriteyle görüşmeliyiz, hükümetle mi, velayet-i fakih kurumu ile mi?
Amerika görüşme istiyorsa doğru kapıdan gelmelidir. Bu kapı da İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı'dır. Hükümet kanalından gelmelidir. Talebini resmi olarak Dışişleri bakanlığı tarafından, Tahran'daki maslahatgüzarları tarafından iletmelidir. Dışişleri Bakanlığı da sunulan talebi gerekli yerlere iletir. Bu söylediklerim uluslararası teamüllere uygun olan şeydir. Diplomatik yolla ve resmi kaynaklarla talep iletmelidir.
Bölgedeki bazı ülkelerin olası İran-Amerikan görüşmeleri konusunda kaygıları var. Hatta bazı çevreler Amerika'nın sorun yaşadığı dosyaları İran'la görüşmeden halledebilecekleri yönünde baskıları olduğu söyleniyor. Siz bu kaygıları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bilindiği üzere İslam Cumhuriyeti bu görüşmeleri isteyen, davet eden yahut bunun için çabalayan ülke değildir. Diplomatik çevreler çok iyi bilmektedir ki görüşmek isteyen ülke Amerika Birleşik Devletleri'dir.
Sözünü ettiğiniz ülkelere gelince; bu ülkelerin korkuları anlamsızdır. Çünkü bu ülkelerin tamamının Amerika ile "samimi" ve "derin" ilişkileri bulunmaktadır. Eğer bu ülkeler, Amerika ile ilişkileri iyi buluyorlarsa neden korkuyorlar?!
Kendi nüfuzlarını kaybetmekten korkuyor olamazlar mı?
Eğer ilişkileri iyiyse neden korkuyorlar? Eğer Amerika'yla ilişkiler "kötü" bir şey ise Amerika'yı kendi haline bıraksınlar bakalım.
Nitekim biz Amerika'dan sözünü ettiğimiz konularda çok önemli bir değişiklik beklemediğimiz için Amerika ile İran arasında ilişkilerde bir normalleşmeyi yakın süreçte beklemiyoruz.
Bana göre bu tür ülkeler hem kendilerine hem de halklarına yalan söylemektedirler. Bunlar Amerika ile ilişkilerin bölge halklarının yararına olduğunu söyleyen ülkelerdir.
Biz ise Amerika ile ilişkilerin bölge halklarının çıkarına olduğunu düşünmüyoruz. İmam Humeyni'nin Devrimin başlangıcında ve zaferinde de söylediği gibi Amerika ile ilişkilerin tabiatına "zalim-mazlum ilişkisi" hâkimdir. Bu nedenle biz bu tür ilişkilerin peşinde değiliz.
Bu tür ülkeler dediğiniz gibi kendi gelecekleri için korkuyorlar. Düşünüyorlar ki Amerika ile İran arasındaki ilişkiler düzelirse bu ülkelerin aleyhine bir düzelme olacaktır. Bu tür beklentiler gerçeklikten uzaktır.
Ben bu ülkelere, bu konuda yazan-çizen analizciler ve yorumculara şunu tavsiye ediyorum: Olaylara bu perspektiften yaklaşmasınlar! İslam Cumhuriyeti'nin İslam ülkeleriyle ve Arap ülkeleriyle ilişkilerinde böyle bir bakış açısına sahip değildir.
İslam Cumhuriyeti bu ülkelere karşı ikiyüzlü değildir. İslam Cumhuriyeti bu ülkelerle derin ilişkilerden yanadır. İslam ve Arap ülkeleriyle samimi ilişkiler geliştirmenin peşindedir.
Amerika ile ilişkilerin düzeldiği farz edersek bölgedeki dengelerde ne gibi bir değişiklik olur?
Söylediğim gibi bana göre bu çok zayıf bir ihtimal. Zira Amerika'nın bu tür konularda bir değişikliklere gitmesi için vizyonunda radikal değişikliler olmalı. Bölgedeki gelişmeleri yeniden değerlendirmeli. Bana göre Amerika'da hiçbir başka Amerika'nın içerisinde bile radikal değişiklikler yapma gücüne sahip değildir. O nedenle de ben böyle bir değişimi şahsen beklemiyorum.
Eğer böyle bir şey olduğunu farz edersek, Amerikalı yetkililer akl-ı selime dönerse, kendi çıkarlarını doğru değerlendirirler. Amerika şu anda Dünya'nın tamamında kötü durumdadır. Özellikle de bölge halkları, Müslüman halklar ve Müslüman olmayanlar, Ortadoğu içerisinde ve dışarısında Amerika hakkında olumsuz kanaate sahiptir.
Amerika Birleşik Devleti, hem siyasi olarak hem toplumsal taban olarak bölge halkları nezdinde büyük bir nefretle karşı karşıyadır. Amerika, tavırlarını değiştirmek isterse öncelikle radikal değişiklere gitmeli, eskisi yöntemlerle gibi bölge ülkeleriyle ilişki kurmamalı ve en önemlisi bölge halklarına sadakatini ispat etmelidir.
Bugün bölge halkları Amerika'ya güvenmemektedir. Bir güven sorunu vardır. Yani Amerika'nın kat etmesi gereken birçok aşama vardır. Önce radikal değişiklere gitmeli, üslubunu düzeltmeli, pratik adımlar atarak bölge halklarına güven vermelidir. Bölge halklarını ezmeyeceğine ve servetlerini çalmayacağına dair inandırıcılık kazanmalıdır.
Eski Devrim Muhafızları Komutanı, ABD'nin bizi kuşattığı her yerde, biz de onu kuşattık, demişti. Sizce Amerika'nın son yaklaşımının bu durumla ne gibi bir ilişkisi var?
Amerika'nın, meselelere kuşatıldığı açıdan baktığı muhakkaktır. Amerika bölgede siyasi olarak ve siyasi olmayarak kuşatılmış durumdadır. Özellikle de Ortadoğu'da bu geçerlidir.
Eğer Amerika kendisini kurtarmak istiyorsa, bu kuşatmadan kurtulmanın peşindeyse bölgeden çekilmelidir. Amerika, bölgedeki askeri varlığını azaltmalıdır. Amerika'nın rahatlaması ancak bu yöntemle olabilir.
Amerika tamamen çekilmeli yahut askeri varlığını azaltmalıdır. Bu adımlar Amerika'nın durumunu yavaş yavaş düzeltebilir.
Ancak Amerika askerlerini çekerse, örneğin bir Afganistan'da hükümet sallanır. Size şöyle sorayım: Amerika askerlerini Afganistan'dan çekse İran, Kabil'deki hükümeti Taliban'a karşı ayakta tutabilir mi?
Komşularının politikalarına yahut başka ülkelerin iç işlerine karışmak İran'ın meselesi değildir.
"Desteklemesi" diyelim?
Herhangi bir destek pratik şartlarda gerçekleşebilir. Ancak buna İran'ın başka ülkelerin içişlerine karışması, askeri olarak müdahalede bulunması dâhil değildir. İran İslam Cumhuriyeti'nin böyle bir gündemi bulunmamaktadır.
Biz bu konudaki esas düşüncemizin temeli şuna dayanmaktadır: Amerika bölgeden çekilsin, bölge halkları siyaset ve yönetimde kendi içerisinde toplanıp karar alacak olgunluğa erişmiştir. Her ülkede siyasi partiler ve oluşumlar toplanır ve kendi kaderini belirleyebilir. Yolunu çizebilir.
Afganistan da Irak da bunu yapabilir. Eğer Amerika çekilirse bu ülkeler kendi iç dinamiklerine dayanırlarsa, gruplarla el ele verir ve birleşirler.
Dışişleri Bakanı Muttaki, Irak için görüşmeye gerek kalmadı, dedi. Bu konuda politik olarak İran'ın Irak'ta kartları eline aldığına ve artık Amerika'ya ihtiyacı kalmadığına dair yorumlar yapılıyor. Siz ne diyorsunuz?
Hayır, bu tür yorumlar doğru değildir. Bazıları Irak'taki güvenlik durumunun İran ve Amerika'nın görüşmesiyle çözüleceğini düşünüyordu. Ancak geçen süreçte Irak hükümeti, güvenliğini eline aldığı ölçüde kendi güvenliği sağlayabildi. Güvenlik durumunda gözle görülür bir değişiklik oldu.
Muttaki'nin sözleri "Irak'taki kartlar" gibi kavramlarla açıklanmamalıdır. Geçen süreç içerisinde Irak hükümeti bazı şehirlerin dosyasını ele almıştır ve hâlihazırda Irak'ın neredeyse tamamında güvenlik Irak hükümetinin elindedir. Irak hükümetinin şu yahut bu tarafla görüşerek güvenliğini çözmeye ihtiyacı kalmamıştır.
Bu da göstermemektedir ki İran, Irak'ın içişlerine karışmamaktadır. Iraklı yetkililer kendi kaderini belirleyebilir. Bu konudaki yetkinliklerini de ispatlamışlardır.
Peki, son seçimlerde İran yanlıları yahut İran gibi bir İslami düzenden yana olanlar kaybetti, deniyor. Sizce İran'a yakın olarak bilinenler büyük bir yenilgiye uğramadı mı?
Irak seçimlerinin sonuçları konusunda detaylı bir dosyayı gözden geçirmiş değilim. Ancak seçim meselesine uzaktan bakarsam ve kendi bakışıma dayanarak konuşursam bu yorumun doğru olmadığını söyleyebilirim.
Çünkü bu seçimlerde büyük bir başarı sağlayanların da sağlamayanlarında da yenilenlerin de İran'la iyi ilişkileri vardır. Şu anda da ilişkilerinde bir sorun yoktur. Dolayısıyla seçim sonuçlarını, bir tarafın yenilgisini İran'ın yenilgisi gibi görmek yanlış olur.
Hem Yüksek Konsey'i hem de Dava Partisi'ni İran'dan tanıyoruz. Hem İslamcı olan grupların hem de İslamcı olmayan grupların İran'la iyi ilişkileri vardır. İran, Irak'a özel bir bakışla bakmamaktadır. Sadece bir tarafla ilgilenmemektedir.
İran, Irak'ın bağımsızlığından yanadır. Kendi kararlarını kendisinin alabileceğine inanmaktadır. Irak'ın istikrar içerisinde olmasını istemektedir.
Eğer Amerika, Suriye'den istediği gibi İran'dan Hamas ve Hizbullah'la ilişkilerini zayıflatmasını istersen tahran bu talebi nasıl karşılar? Ne gibi tavizler verebilir ve buna karşılık ne gibi taleplerde bulunur?
Şu kesin olarak söyleyeyim ki İran ne Amerika'ya ne de başka bir odağa bize yahut İslam Cumhuriyeti'ne şu ya da bunu yapacaksın, demesine izin vermez. İslam Cumhuriyeti kendi kaderini belirler. Kendi politikalarını kendi meşru, dini ve uluslar arası vizyonuna göre belirler. İslam Cumhuriyeti, hiç kimseden bir davet veya onay beklemez.
Suriye'de uzun yıllar bulundunuz ve Şam yönetimini yakından tanıyorsunuz. Suriye, olası bir İran – Amerika görüşmelerine nasıl bakar? Nitekim Suriye'nin arabuluculuk yapmak istediğine dair haberler çıkmış daha sonra da yalanlanmıştı.
Sözünü ettiğiniz konudaki raporlar ve yayınlar doğru değildir. Suriye'nin İran'la ilişkileri güçlüdür. İki ülke arasında önemli bir işbirliği vardır. Bu soruyu Suriyelilere sormalısınız. Bu soruya bizim yahut benim cevap vermem yerinde olmaz.
Peki, İran, Suriye ile İsrail arasındaki dolaylı görüşmelere nasıl bakmaktadır? Bu görüşmelerin önemli bir derecede ilerlediği söylenmekteydi?
Biz bu konuda herhangi bir sorun görmüyoruz. Suriye'nin kendi politik geleceğini belirlemekte özgürdür. Biz Suriye'ye güveniyoruz. Suriye'nin çabaları düşmanlarımızın çıkarına değildir. İlişkilerimiz zarar görmeyecektir. İki ülke arasındaki ilişkiler stratejik değer sahiptir. Kişisel olarak da Suriye'nin Golan'ı geri almak için çaba göstermesi hakkıdır, diyebilirim.
Mugniye suikastı konusunda Suriye gevşek davranmadı mı? Bu konuda ne gibi araştırma yapıldı?
Suriye bu konuda kusurlu değildir. Suriye'nin Hizbullah'la güçlü ilişkileri vardır, bir ittifak ilişkisi söz konusudur. Olayın detaylarına ilişkin bulgulara ulaşıldığını söyleyebilirim.
Türkiye'nin bölgede ortak Güvenlik ve İşbirliği düşüncesi var. İran buna nasıl bakar? Böyle bir zeminde Mısır, Türkiye ve İran işbirliği sağlanabilir mi?
İran'ın görüşü de bu doğrultudadır. İran, Türkiye ve birçok bölge ülkesiyle bu konuda görüş birliğine sahiptir. Bölge güvenliği tabi ki de bölge ülkelerinin elinde olmalıdır. Bu görüşü biz on yıldır dile getiriyoruz. Arap ve Arap ülkeleriyle toplanıp, bölge güvenliği dosyasını elinde tutması gerektiğini söylüyoruz. Nitekim bölge ülkeleri bu güce sahiptir.
Peki, böyle bir işbirliğinin içerisine İsrail'in de alınması ve ona da tüm bölge ülkeleri gibi sınır ve toprak bütünlüğü güvencesi verilmesine nasıl bakarsınız?
İsrail, bu grup içerisinde yer alamaz. İsrail işgalcidir. Bölgede toprak gasp etmiş bir oluşumdur ve yasallığı yoktur. Ayrıca İsrail, hiçbir uluslar arası karara imza atmamıştır. Bölge güvenliğini ilgilendiren tüm konularda bu böyledir. İsrail, nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşmasını da imzalamamıştır. Birçok konuda da bu gerçektir. Bölgeden bahsedeceksek İsrail'i dışarıda tutmalıyız.
İran'ın nükleer dosya ile bölge üstü bir güce dönüşmenin peşinde olduğu söyleniyor? Yine İslam dünyasının liderliğine oynama gibi bir çabası olduğu düşünülüyor. Sizce bu eğilim bölgeyi çatışmaya sürüklemez mi?
İslam Cumhuriyeti'nin perspektifi bu değildir. İran, Arap ve İslam halklarının çıkarlarına bu doğrultudan bakmaz. İran'ın hiçbir saldırı, işgal gibi bir niyeti yoktur. Bu tüm ülkeler için geçerlidir. İran, bölge ülkelerine kardeşçe bakmaktadır. Her ülkenin bağımsızlığına, egemenliğine ve çıkarları olduğuna inanmaktadır. Bu nedenle biz elimizi tüm bölge ülkelerine uzatıyoruz ve işbirliğinden yana olduğumuzu vurguluyoruz.
Ama geçtiğimiz günlerde Bahreyn için bir İranlı çıkıp orası bizim kentlerimizden biridir, dedi. Bu bir çelişki değil midir?
Bunlar bir yetkilinin sözleri olamaz. Kesinlikle İran'da bu bağlamda konuşamaz. Bunlar yorum olabilir, yoksa bazı sorumsuz kişilerin veya bazı gazetecilerin görüşü olabilir. İran büyük bir ülkedir. Her türlü yorumcu veya kişi böyle bir açıklama yapmış olabilir. Bu konuda diğer ülkedeki bir gazetecinin tahriki ile İran'daki birileri yorum yapmış olabilir. Yoksa bu tür sözler oldukça sorumsuz sözlerdir.
Son olarak Gazze'deki savaşı sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ayrıca bundan sonra Filistin liderliği konusunda "direnişçi grupların" ayrı bir komutası söz konusu olacak mı?
Bu dosya tüm ayrıntılarıyla incelenmiştir. Savaşın neredeyse tüm sonuçları ortaya çıkmıştır. İsrailli yetkililer bu savaştaki başarısızlıklarını birçok münasebetle dile getirmiş bulundular. İsrail bu savaştan hem maddi hem de manevi olarak büyük bir yara almıştır. Herkes İsrail'in bir karınca miktarı hedeflerine ulaşamadığını, bu savaşın amacını gerçekleştiremediğini görmüştür. Dolayısıyla bu savaş İsrail için büyük bir yenilgi olmuştur. İsrail, askeri, siyasi ve ekonomik olarak kaybetmiştir. İsrail'in içerisinde şu anki siyasi durum büyük bir çöküntü içerisindedir.
Filistin'de değerli direniş daha da değer kazanmıştır. Direniş bu savaştan bir "kahraman" olarak çıkmıştır. Direniş eskisine göre daha güçlü ve daha cesaretlidir. Direniş eskisine göre Filistinliler tarafından daha çok sevilmektedir. Bu hem Gazze içerisinde hem dışarısında geçerlidir. Savaşın sonuçları Filistinlilerin ve İslami Direniş'in çıkarına olmuştur. Filistin'deki meşru hükümetin lehine olmuştur. İsrail'e elinden geldiği kadar en büyük kaybı vermeyi başarmıştır.
Direnişin konumu güçlenince, doğal olarak Filistin halkının otoritesi olmaya hak kazanmıştır. Bu direnişin doğal bir sonucudur. Filistin dışarısında da işlerin Hamas yoluyla yürüdüğü görülmüştür ve bunun sonuçları olacaktır. Herkes şu anda Hamas'a layık olduğu gibi davranmak zorundadır.
Furkan Torlak/ Dünya Bülteni