Gadir-i Hum Olayı
Sevgili İslâm Peygamberi, hac farizesini yerine getirmek için Hicret'in onuncu yılında Mekke'ye doğru yola çıktı. Bu hac, İslâm Peygamberinin ömrünün son yılında yapıldı. Bu nedenle tarihte ona Haccet'ül-Veda, yani Veda Haccı denir.
Peygamber efendimizle yolculuk etmek olmak, onu görmek ve doğru bir şekilde hac ibadetini öğrenmek şevki ile onunla hacca gidenlerin sayısını 120 bin kişiye kadar yazmışlardır. Bir grup da Mekke'de Peygambere katıldı. Hac amellerini yerine getirdikten sonra Medine'ye dönerken, zilhicce ayının on sekizinci gününde "Gadir-i Hum" denilen yerde[1] şu ayet indi:
"Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et; bunu yapmazsan, onun elçiliğini yapmamış olursun. Allah, seni insanlardan -zararlarından- koruyacaktır..."[2]
Böylece Allah tarafından büyük bir emir Peygambere ulaşıyor. Kafiledekiler birbirlerine fısıldamaya başlıyorlar: Allah bir emir vermiş...
Ve herkes o emri bekliyor...
Bu sırada Peygamber, kafilelerin durmasını, geride kalanların yetişmesi için beklemelerini emrediyor.
Öyle yapıyorlar... Bütün yolcular Rasulullah'ın emriyle bu önemli haberi duymak için duruyorlar. Durdukları yer, susuz ve sıcaktan kavrulmuş bir çöl, Gadir-i Hum adında.
Öğlen vaktidir ve güneşin yakıcı sıcaklığı ortalığı kavurmakta... Haber nedir ki Peygamber böyle bir vakitte ve böyle bir yerde halkı ayakta bekletiyor?...
Bu esnada ezan sesi kulaklara geliyor; Peygamber hacılarla namaz kılıyor. Develerin eğerleriyle yüksek bir yer yapılıyor ve Peygamber onun üstüne çıkıyor. Nefesler göğüslerde hapsolmuş ve halk, çölün kumları gibi sessiz haberi işitmeyi bekliyor.
Peygamber söze başlıyor; sözleri şelâleden havaya yayılan su parçaları gibi okşayıcı ve ferahlatıcı olup, güneşin hararetini bastırıyor; güneşin altındaki susamış insanlar can kulaklarıyla onu içiyor ve dinliyorlar.
Peygamber, Allah'a hamd ve senadan sonra şöyle devam ediyor:
— Ben de sorumluyum, siz de sorumlusunuz.[3] Ne diyorsunuz?
— Bize tebliğ ettiğine ve bu yolda ne kadar çok çalıştığına şahidiz, Allah mükâfatların en iyisini sana versin.
— Allah'ın birliğine ve kulu Muhammed'in peygamberliğine şahitlik etmiyor musunuz? Cennet ve cehennemin, ölüm ve kıyametin, ölümden sonraki hayatın hak olduğuna da...?
— Şahadet ediyoruz.
— Allah'ım, şahit ol!
Sonra halka yönelip şöyle devam ediyor:
— Ey insanlar! Kevser'in yanında birbirimizi göreceğiz. Benden sonra aranızda bıraktığım iki değerli mücevhere karşı nasıl davranacağınıza dikkat edin.
— Ey Allah'ın Resulü! Nedir o iki mücevher?
— Allah'ın kitabı ve benim Ehlibeytim. Allah, bana haber vermiştir ki, bu ikisi asla birbirinden ayrılmazlar; ta ki Kevser'in yanında bana kavuşurlar... Onlardan öne geçmeyin, helâk olursunuz. Onlardan geri de kalmayın, yine helâk olursunuz.
Bu sırada herkesin görüp tanıyabilmesi için Emir'ül-Müminin Hz. Ali'nin (a.s) elini kaldırarak olduğu yerde kendi halifesi hakkında inen semavî bildiriyi okuyor:
Ey insanlar! Müminler üzerinde kendilerinden daha ziyade yetki sahibi olan kimdir?
— Allah ve Peygamberi daha iyi bilirler.
— Allah'ın benim üzerimde, benim de müminler üzerinde velâyetim, yetkim var. Ben inananlar üzerinde kendilerinden daha yetkiliyim; o hâlde: Ben kimin mevlâsı ve velisi isem, Ali de onun mevlâsı ve velisidir.[4] Allahım! Onu sevenleri sev, düşmanlarına düşman ol. Ona yardım edene yardım et, onunla savaşanı kahret. Burada hazır bulunanlar, hazır bulunmayanlara da bunu iletsinler.
Peygamber bu sözleri söyledikten sonra insanlar henüz dağılmamışken şu ayet iniyor:
"Bugün size dininizi kâmil ettim, size nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı beğendim."[5]
Sonra Peygamber yüksek sesle şöyle buyurdu:
Allahu Ekber! Allah'ın dini kâmil oldu, Allah benim peygamberliğimi ve benden sonra Ali'nin (a.s) imametini beğendi.
Bu merasimden sonra Müslümanlar, Müminlerin Emiri Hz. Ali'yi (a.s) tebrik ettiler. Ebubekir ve Ömer, Ali'yi (a.s) ilk kutlayanlardandılar. Kutlarken şöyle dediler:
"Ne mutlu sana ya Ali! Benim ve erkek-kadın inanan herkesin mevlâsı oldun."[6]
[1]- Gadir-i Hum, Mekke ve Medine arasında bir yerdir.
[2]- Mâide, 57
[3]- Resulullah'ın (s.a.a) sorumluluğu, peygamberlik görevini yerine getirmek; başkalarının sorumluluğu ise, dine amel etmek ve onu başkalarına iletmektir.
[4]- Ehlisünnet'in dört mezhep imamından biri olan Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiğine göre, Peygamber (s.a.a) bu cümleleri dört defa tekrarladı.
[5]- Mâide, 3
[6]- el-Gadir, c.l, s.9-11