Bi'setin on ikinci ve on üçüncü yıllarında Mekke müşrikleri, büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalmışlardı. Yesrib'in, Müslümanların büyük bir üssü haline gelişi ve Yesrib'lilerin Peygamber'i himaye etmeleri, bu tehlikenin apaçık belirtisi idi.
Bi'setin on üçüncü yılının Rebi'ül-Evvel ayına kadar Peygamber, Ali, Ebu Bekir ve bir kaç tutuklanmış ya da hasta ve yaşlı Müslümandan başka, Müslümanlardan hiç bir kimse Mekke'de kalmamıştı. Kalanlar da yavaş yavaş Mekke'yi terkedip Yesrib'e gideceklerdi. İşte böyle bir vakitte Kureyş çok kesin ve tehlikeli bir karar aldı.
Kavmin büyükleri, istişare için Dar'ün-Nedve'de toplandılar. İçlerinden biri, İslam kuvvetlerinin Medine'de birikmesi ve Evs ve Hazrec kabilelerinin antlaşmasından söz ederek şöyle devam etti: "Biz harem ehli bütün kabileler yanında muhterem idik, fakat Muhammed, birliğimizi bozdu; aramıza tefrika saldı; bu bizim için büyük bir tehlikedir. Artık sabrımız tükendi, tek çaremiz kaldı: İçimizden cesaretli bir kişi çıkıp onun hayatına son vermelidir. Benî Haşim ayaklanırsa, diyetini öderiz."
Kendisinin Necd'li olduğunu söyleyen yabancı bir adam, bu görüşü reddederek: "Bu mümkün değildir, dedi, Çünkü Benî Haşim, diyete razı olup da Muhammed'in katilini sağ bırakmazlar. Bu işi yapmak isteyen önce kendi canından geçmelidir. Sizin içinizde de böyle birisi bulunmaz herhalde"
İleri gelenlerden Ebu'l-Bahteri adında diğer biri şöyle dedi: "En iyisi, Muhammed'i hapsedelim. Küçük bir pencereden yiyeceğini ve içeceğini verelim ve böylece onun dininin yayılmasını önleyelim"
Yine Necd'li yaşlı adam: "Bu da doğru bir fikir değildir" dedi. "Çünkü onu zindana atsanız, Benî Haşim onu hapisten kurtarıncaya kadar sizinle savaşır.
Tek başlarına bunu yapamazlarsa, Hacc mevsiminde öteki kabilelerden yardım ister, onların yardımıyla onu azad ederler"Bir üçüncü kişi de şöyle bir görüş ortaya koydu: "Muhammed'i inatçı bir deveye bindirip ayaklarını bağlayalım ve deveyi ürkütelim. Deve onu dağlara taşlara çırpsın, parça parça etsin.
Şayet kurtulur ve yabancı kabileler içine düşer, onlarında arasında kendi dinini yaymak isterse, o zaman onların kendisi onun işini halleder. Bizi de, kendilerini de onun şerrinden kurtarırlar."
Bu defa da Necd'li ihtiyar: "Bu görüş de iyi bir görüş değildir" dedi. "Çünkü Muhammed’in tatlı sözü, büyülü beyanı hepinizce malumdur. O, tatlı ve tebliğ sözleriyle diğer kabileleri kendine inandırır ve onların yardımıyla size saldırır." Herkes susmuştu; ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Bu sırada Ebu Cehil, bir nakle göre de, o Necd'li yaşlı adam, şöyle dedi: "Hiç bir sakıncası olmayan tek yol şudur: Bütün kabilelerden bazı kişiler seçilmeli ve geceleyin hep birlikte onun evine saldırıp, onu parça parça etmelidirler. Açıktır ki, Benî Haşim'in bütün kabilelerle savaşmaya gücü yetmez"
Bu öneriyi herkes tasvip etti. Geceleyin Peygamber'in evine saldırıp, onu öldürmek üzere bir takım terörist kimseler tayin edildi. (2)
GAYBİ YARDIMLAR
Bu akılsızlar, Hz. Muhammed'in nübüvvetini bu planlarla ortadan kaldırabileceklerini sanıyorlardı. Onlar, bütün Peygamberler gibi Hz. Muhammed'in (sav) de gaybi yardımlarla desteklendiğini, bu yanar meşaleyi on üç yıllık bir hadiseler kasırgasından koruyan güçlü elin, bu planı da suya düşürebileceğini düşünememişlerdi.
Vahiy meleği nazil oldu ve şu ayeti indirerek Peygamber'i müşriklerin meş'um planlarından haberdar kıldı:
"Hani o küfre sapanlar, seni sürgün etmek için, sana tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorken Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu.
Allah, düzen kurucuların (tuzaklara karşılık verenlerin) en hayırlısıdır." (3)
Resulullah, Allah tarafından Yesrib'e hicret etmekle memur oldu. Fakat putperest hükümetin acımasız memurların elinden kurtulmak kolay bir iş değildi; özellikle de Mekke ile Medine arası gibi uzun bir yolu katetmeliydi.
Eğer çok dakik bir plan çizmeden Mekke'den çıkarsa, Mekke'liler arkadan yetişebilir ve onu yakalayıp öldürebilirlerdi. Tarihçiler ve siyer yazarları Peygamber’in hicretinin keyfiyetini çeşitli şekillerde yazmışlardır. Bu hususta misli az bir ihtilaf göze çarpmaktadır. Halebî, kendi Sire’sinde bu ihtilafları bir yere kadar halledebilmiştir, fakat yine de bazı hususlar çözümsüz kalmıştır. Sünni ve Şii muhaddislerin çoğu, hicret hadisesinde Peygamber'in müşriklerin elinden kurtulmasını mücizeye dayandırmışlardır. Halbuki olayın hususiyatına dikkat edilirse, Hazret'in bir takım tedbirler ve ihtiyatlar sonucu kurtulduğu ve ilahi iradenin Peygamber’in icazla değil, tabii yollarla kurtulmasına taalluk ettiği anlaşılmaktadır.
Çünkü Peygamber (sav) , müşriklerin elinden kurtulmak için (Hz. Ali’nin onun yatağında yatması, mağaraya saklanmak) vb. gibi tabii yollara başvurmuştur.
Vahiy meleği Peygamber’in müşriklerin meş'um planlarından haberdar etti ve hicret emrini getirdi. Düşmanı yanıltmak için biri Peygamber'in yerinde yatacaktı. Böylece müşrikler Peygamber’in evde olduğunu zannederek, sadece Peygamber'in evini muhasara etmekle yetinecek, sokaklarda ve Mekke'nin dışında gidiş gelişi serbest bırakacaklardı. Peygamber (sav) de bu fırsatı değerlendirecek, kendini emniyetli bir noktaya yetiştirecekti. Şimdi bakalım, kim bu fedakârlığa hazır olacaktır? Muhakkak diyeceksiniz ki: Ona ilk iman eden bi'setin ilk günlerinden onun vücut mumu etrafında pervane gibi dönen kimse, bu fedakârlığı etmelidir. O, Ali'(as) den başka kim olabilirdi? Bu yüzden Peygamber (sav), Ali (as)' ye şöyle buyurdu: "Bu gece benim yatağımda yat ve üzerime örttüğüm o yeşil abayı üzerine ört. Müşrikler beni öldürmek için tuzak kurmuşlardır. Ben Medine’ye hicret etmeliyim. "
Ali (as) , gecenin başlarında Peygamber'in yatağında yattı. Akşamın ilk saatlerinde kırk kişilik düşman kuvveti Peygamber'in evini muhasara etti. Ara sıra kapının arasından içeri bakıyor, evde herhangi bir anormallik görmüyorlardı. Peygamber, gecenin bir vakti evden çıkmaya karar verdi. Düşman, evi muhasaraya almışdıysa da, Kahir Allah'ın iradesi İslam önderinin, alçakların elinden kurtulmasına taalluk etmişti. Peygamber-i Ekrem, durumla münasib olan Yasin suresini , (Gözlerini bağladık da bu yüzden onlar görmezler) (4) ayetine kadar tilavet etti ve evden çıktı.
Peygamber evden nasıl çıktı da me’murların haberi olmadı? Kesin bir şey söyleyemeyiz. Meşhur Şii müfessiri merhum Ali b. İbrahim, "Hani o küfre sapanlar.. Sana tuzak kuruyorlardı" ayet-i kerimesinin tefsirinde naklettiği bir hadise göre, Peygamber evden çıktığı zaman onların hepsi uyumuştu. Hava aydınlanınca saldırmak istiyorlardı. Peygamber'in, onların kurduğu tuzaktan haberi olabileceğini hesplarına katmamışlardı bile.
Fakat diğer tarihçiler (5) tasrih etmişlerdir ki: "Onlar, Peygamber'in evine hücum ettikleri ana kadar uyanık idiler. Peygamber, i'caz ve keramet ile evden çıktı"
Böyle bir keramet’in olasılığında şüphe yoktur; fakat acaba bu işi gerektiren bir sebep var mıydı, ortalıkta? Hicret hadisesini iyice incelediğimiz zaman hadisenin tabii şekilde geliştiği görülüyor. Peygamber'in (sav), ev muhasaraya alınmadan önce müşriklerin niyetlerinden haberi vardı. Kendisinin kurtulması için başvurduğu yollar da tamamen tabii idi. Eğer i'caz yoluyla putperestlerin pençesinden kurtulmak isteseydi, Ali'nin onun yatağında yatmasına ne gerek vardı. Buna göre, ev muhasaraya alınmadan önce Peygamber'in evden çıkmış olması ve böylece keramet göstermeye ihtiyaç duyulmaması hiç de uzak bir ihtimal değildir.
Bu yüzden Peygamber’in ev muhasara edildikten sonra geceleyin evden çıktığını kesin olarak söyleyemeyiz. Çünkü Peygamber’in (sav) muhasaradan önce, daha güneş batmamışken evi terkettiğini söyleyenler de vardır. (6)
DÜŞMANLARIN VAHİY EVİNE HÜCUMU
Küfür kuvvetleri, vahiy evini sarmış ve Peygamber'i parça parça etmek için hamle emrini bekliyorlardı. Bazıları bu işin gece yarısı yapılmasını istiyorlardı. Fakat Ebu Leheb: "Evde çoluk çocuk var, karanlıkta onlar da bir zarar görebilirler" diyerek mani oldu.Bazıları, bu gecikmenin sebebini şöyle açıklamışlardır: Peygamber'i gün ışığında Benî Haşim'in gözleri önünde öldürmek istiyorlardı; ta ki Benî Haşim katilin belli bir kişi olmadığını görsün. (7)
Nihayet gecenin kara perdeleri ortadan kalktı ve fecr-i sadık ufuğun göğsünü yararak ortaya çıktı. Müşrikler, acaip bir heyecan ve içindeydiler. Az sonra hedeflerine ulaşacaklarını sanıyorlardı. Ellerinde kılıç, özel bir heyecan ve seviçle Peygamber'in odasına girdiler. O sırada Ali (as) üzerindeki yeşil abayı açarak ayağa kalktı ve son derece soğukkanlılıkla : "Ne istiyorsunuz? " dedi. "Muhammed'i arıyoruz, o nerededir?" dediler. Ali (as) "Onu, bana mı teslim etmiştiniz ki, şimdi benden istiyorsunuz? "şeklinde cevap verdi.
Düşman askerleri sinirden küplere binmiş, adeta boğazları tıkanmıştı. Sabaha kadar beklediklerine de çok pişman idiler ve suçu Ebu Leheb'in boynuna yıkıyorlardı.
Kureyşliler, planlarının suya düşmesinden ve açık bir hezimete uğramalarından dolayı çok öfkelenmiş, Peygamber'e karşı olan hınçları daha bir artmıştı. Fakat henüz geç değildi. Muhammed ya Mekke'de saklanmış olmalıydı yahut da Medine yolundaydı; henüz ellerinden kurtulmuş sayılmazdı.
SEVR MAĞARASI'NDA
Peygamber (sav) hicretin ilk üç gecesini Ebu Bekir ile beraber Mekke'nin güneyinde (Medine'nin ters istikametine) düşen Sevr mağarasında geçirdi. Burası kesindir. Fakat nasıl oldu da Peyamber, Ebu Bekir ile birlikte o mağaraya gitti? Bu husus tarihte tamamen gizli kalmıştır. Kimilerine göre bu birliktelik tesadüfen olmuş; Peygamber onu yolda görmüş ve kendisiyle beraber götürmüştür. Bazıları da Peygamber’in hicret gecesi Ebu Bekir'in evine gidip, gece yarısı beraberce evden çıkıp Sevr mağarasına gittiklerini nakletmişlerdir. Kimileri de: "Ebu Bekir Peygamber’i arıyordu, Ali (as) ona Peygamber'in saklandığı yeri bildirdi" diyorlar. (8)
Nasıl olursa olsun, siyer yazarlarının birçoğu, bu birlikteliği halifenin iftiharlarından bilmiş, onu halifenin faziletlerinden biri olarak ballandıra ballandıra anlatmışlardır!
KUREYŞ PEYGAMBER'İ ARIYOR
Peygamber'i daha çok Mekke’nin kuzey kesimlerinde arıyorlardı. Oysa Peygamber, onları şaşırtmak için Mekke'nin güneyine gitmiş, Sevr mağarasına saklanmıştı Peygamber'in ayak izini çok iyi tanıyan Ebu Kürz, ayak izlerini takip ederek mağaranın yakınlarına kadar gitmiş; "O, buraya kadar gelmiştir, mağaraya saklanmış olabilir, içinizden biri gitsin mağaraya baksın" demişti.
Bazıları mağaranın önüne kadar gittiler. Fakat mağaranın kapısına örümcekler ağ germişti; güvercinler orada yumurtlamışlardı. Bu durumu görünce: "Buraya insanoğlu girmişe benzemiyor "diyerek geri döndüler. (9)
Arama çalışmaları üç gün devam etti. Üç günden sonra Peygamber’i bulmaktan me'yus olunca da yerlerine oturdular.
Devam edecek...
23 Aralık 2014