Özgündüz, Lübnan’ın direniş tarihini, doğuşundan günümüze şöyle özetledi:
20. yüzyılın ikinci yarısına girildiğinde Lübnan’da Şiiler ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören, adam yerine koyulmayan bir kesim idi. Bu durum, 1960’lı yıllardan sonra ruhu şad olsun İmam Musa Sadr’ın Şiileri bir araya toplayana kadar sürdü. Sadr ile birlikte her gün geçtikçe, yıl geçtikçe, Lübnanlı Şiiler orada sadece ülke içinde değil bölgede bildiğiniz gibi bir güç dengesi haline geldi. Sadr’ın saygınlığı Kaddafi’yi tedirgin etti. O yüzden İmam Musa Sadr’ı misafir olarak çağırıp ecdadı gibi haince –söylenenlere göre işkence ile- şehit etti. Bildiğiniz gibi, Kaddafi’nin de sonu da öle oldu ki biz bile acıdık.
O dönemden sonra 1982’de Amerika, Fransa, İtalya ve İngiltere Lübnan’a üşüşerek askeri üsler kurdular. Siyonist İsrail, başkent de dahil Lübnan’ı işgal etti. O sırada Emel teşkilatının içerisinde bir grup genç yurdu işgalcilerden kurtarmak için hareket liderliğini o gün İmam Musa Sadr’dan sonra yürüten bugünkü Lübnan Milli Meclisi Başkanı Nebih Berri’ye başvuruyorlar. Liderlik de “Tüm ülke kalksın biz de kalkalım, tek başına savaşamayız, üstelik silahımız da yok. Dünyanın dört büyük ülkesi ve Arapları 67 savaşında bir haftada bütünü ile esir alan bir İsrail’e yeni yeni varlığını ortaya koyan, imkanattan silahtan yoksun bir topluluk olarak nasıl karşı koyarız?” cevabını alırlar.
Ama bir grup genç, “Biz vazifemize amel edeceğiz; zafer Allah’ın elinde, verir vermez O bilir. Yurdu işgal altındayken bir millet teslim olmamalı. Müslüman bir millet olarak savaşmalıyız” diye ısrarcı olur ve Emel’den kopup Hizbullah teşkilatını kurar. Meseleyi rahmetli İmam Humeyni’ye (ra) açarlar. İmam, bu gençlerin fikrini destekleyerek “Yurdu işgal altında olan Müslüman bir millet evde oturmaz, ülkesini savunur. Gidin Lübnan’ı savunun, bizim mektebimiz bunu emrediyor. Ben sizin alınlarınızda da zafer işareti görüyorum. Yolunuz açık olsun” der.
Birkaç yüz genç kendi imkanlarıyla ülkelerini savunmaya başlarlar. Karşılarında dünyanın süper güçleri İngiltere, Amerika, Fransa, İtalya ve İsrail.. Hatırlayanlarınız olacak o dönemde Amerika’nın 6. Filosu ceplerinde de Türk kadınlarının adres ve telefonlarıyla İstanbul’a gelmişti. O sırada Amerika üssü havaya uçuruldu, 250’yi aşkın Amerikan askeri hak ettikleri yere gitti. Bunlar bizim de namusumuzu kurtarmış oldular. 6. Filo askerleri gemiden inip Türk kadınlarını arama fırsatları bulamadan geri kaçmak zorunda kaldılar. Diğer bir saldırıda Fransa üssünden 150’yi aşkın Fransız askeri telef oldu. Birkaç saldırı da İsrail üslerine gelince, başta Amerika, peşinde diğerleri olmak üzere birer birer Lübnan’dan kaçtılar.
Bu kaçış içlerine dert oldu. Birkaç yüz genç, üstelik eli boş birkaç yüz genç, süper güçlerin elinden ve bütün Arap ülkelerini teslim alan İsrail ordusunun elinden vatanlarını kurtardılar. Birkaç yüz genç süper güçleri zelil rüsva ederek ülkelerinden kovdu. Bunlar gittiler teknolojilerini daha da geliştirdiler. Artık kimse bunların karşısında bu sefer duramayacak edasıyla bir daha döndüler. Yine Hizbullah, yeni yeni emekleyen Hizbullah onları bir kere daha rezil etti.
Bunlar gitti, yeniden toplandılar, 2006 yılında bu sefer artık kesin zaferle Hizbullah’ı sileceğiz, diyerek geldiler. Amerika’nın bütün teknolojik gücü Siyonistlerin emrine sunuldu. Uçakları, helikopterleri, bombaları, füzeleri Lübnan’ın yerle yeksan olması, Hizbullah’ın yok olması için İsrail’e yollandı.
33 günlük savaşın sonunda ateşkes için Katar temsilcisini araya sokan Amerika ve İsrail bir kez daha Haydar-ı Kerrar yiğitleri karşısında mağlup oldu. Artık dünyada korkulan bir İsrail kalmadı. Korkan etrafına duvar çeken bir İsrail kaldı. Savaş İsrail’in rezil olması ve Hizbullah’ın kesin zaferi ile bitti.
18 Aralık 2012