CEM Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Araştırmacı-Yazar Cemal Canpolat, "Osmanlı'nın Manevi Temelini Oluşturan Gerçek" eserinde Anadolu ve Balkanlar'daki Ehlibeyt izlerini anlattı. Canpolat 20 Kasım Pazar günü 15.00'da Tüyap Kitap Fuarı Truva Yayınları'nda kitaplarını imzalayacak. ( 2.Salon 102 Ada)
Anadolu ve Balkanlar’daki Osmanlı gerçeğini doğru şekilde anlayabilmek için; 13. yüzyıldan itibaren Anadolu daki siyasi,sosyal ve dini yapıyı doğru tahlil etmek gerekir. Bu yapının temelinde; Anadolu da gelişen ve devamında Balkanlara yayılan Tekke, Zaviye ve Türbelerin oluşumuna bakmak gerekir. Tasavvuf tarikatlarında tarikat üyelerinin; pirlerin,dervişlerin, muhiplerin ve mürşitlerin içinde barındıkları, hizmet sundukları, cem ve ibadet evlerine Tekke veya derğah denir. Selçuklu ve Osmanlı döneminde genellikle yol üzerinde kurulan, büyük bahçe ve tarlalara sahip tekke ve zaviyelerde, sadece yol mensuplarına değil, gelip geçen yolculara da bedava konaklama imkanı sağlanıyordu.
Selçuklular ve Osmanlılar döneminde yapılan Tekkeler, meydan evi, kütüphane, derviş ve misafir odaları, yol ulularının yatırları, mutfak ve kiler (erzak deposu) gibi bölümlerden oluşurdu. Tarım ve hayvancılığın yoğun olduğu bölgelerdeki tekkelerde ayrıca ahır ve hamam bulunurdu. Tekkelerin meydanları genellikle alem, çerağ, hizmet postları, halı ve kilim gibi eşyalarla döşenirdi.
Tekkelerin kazanları sürekli kaynardı; gelip geçenler hazır bulunan Baba çorbasından muhakkak nasibini alırlardı. Tekke ve zaviyelerin kurucuları olan dervişlerin ve pirlerin sadece dini, sosyal ve kültürel yaşamda değil, aynı zamanda ekonomik ve siyasal hayatın düzenlenmesinde, siyasi sınırların genişletilmesinde, elde edilen toprakların işletilmesinde, imar ve iskanın da önemli etkileri vardı.
Osmanlı tarihçisi Aşıkpaşazade'nin de ifade ettiği gibi, Osmanlı devletinin kuruluş ve gelişmesinde: Anadolu'daki uç beyliklerin, Anadolu ve Horasan erenlerinin, Ahi ve Bektaşi kurumlarının; Gaziyan-ı Rum (Anadolu Gazileri, Alperenler), Abdalanı Rum, Ahiyanı Rum ve Baciyanı Rum teşkilatlarının büyük etkisi vardı. Osmanlı Devletinin Yavuz Sultan Selim (1512-1520) ile ortodoks (Sünni) İslama yöneldiği ve Alevi-Bektaşi dergahlarına karşı amansız bir sadırı başlattığı bilinmektedir. Bu dönemde Nakşibendiye olarak bilinen Rufayiye, Kadriye, Gülşeniye, Celvetiye ve diğer bazı sünni tarikatlar Osmanlının değişen yapısı ile güç kazanmaya başladı. 16. yüzyıldan sonra tekke yönetiminin tayin va azilleri merkezi kontrol altına alındı. Faaliyetleri sınırlanan Bektaşi dergahları, II. Mahmud döneminde Yeniçeri Ocaklarının kaldırılmasıyla birlikte, yüzlerce derviş ve dergah postnişinleri yerlerinden, yurtlarından sürüldü, kimisi katledildi. Bazı Bektaşi dergahlarının taşınır ve taşınmazları Sünni tarikatlara peşkeş çekilmeye başlandı. Hacıbektaş'taki merkezi tekkeye de minareli bir cami yaptırıldı ve tekke yöneticiliğine de bir Nakşibendi şeyhi atandı.