Öncelikle, Sünnilikle - Aleviliğin, hiç benzeşmediğini dersek her halde yalan demiş olmayız. Ama illaki benzeşen noktalar da vardı. Nedir bunlar; aynı milletin evlatlarıyız, aynı kanı taşıyan insanlarız, binlerce yıldır birlikte yaşıyoruz. Kültürel anlamda farklı yorumlara gitmişler diye, benzerlikleri bitmez. Ama din yorumu anlamda, bir kesimi binlerce yıldır bilgiden yoksun bırakacaksınız, sonrada bilgisizliğinden yararlanarak, sen şusun, şu değilsin diye bunun tarifine de siz karar verecekseniz, bu insaflıca bir davranış değildir.
Özellikle komünizmin çöküşünden sonra, sosyolojik nedenlerle sola temayül eden Alevi kesiminde, ideolojik boşlukta doğunca, açıkça ifade ve dürüstçe konuşmak gerekiyorsa, Sünni kesim, Alevileri avlak alan gibi görmeye başladı. Ben, o günde dedim bu günde diyorum, Allah aşkına bırakın bu insanlar ne olup olmadıklarına kendileri karar versin.
Bizim, onlara isim, kültürel kimlik takma hakkını kimse kendisinde görmesin. Bana da soruyorlar; “Efendim Cem evi nedir? Sen bu soruyu bana niye soruyorsun kardeşim! Benim, orası ibadet hanedir veya değildir deme gibi bir hakkım yok.
Öncelikle, bu yurdu Türk yurdu yapan, Müslüman yurdu yapan, bu anlayış sayesindedir. Eğer bugün, yüz bin camiden dört yüz bin minareden bir milyon hoparlörden “Eşhedüenne Muhammeden Rasulullah” deniliyorsa, o günkü o engin anlayışın, aşk anlayışının, sevgi dolu anlayışın, kendisini Hıristiyan dünyaya çok daha rahat kabul ettiren anlayışın sonucudur.
Bu yurdun, Türk yurdu, İslam yurdu olmasındaki temel neden, Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Mevlana anlayışının sayesinde olduğunu unutma.
Aleviyi, ne sen kendine benzetmeye çalış, ne de ben. Onların neyi bizden çirkin ki?
Öte yandan, dinde diretme yoktur diyorsun değil mi! Ateiste karşı veya gayri Müslime karşı dini savunurken, dinde zorlama yoktur diye övünüyorsun değil mi? Ama beri taraftan kendi dini görüşünü sürekli diretiyorsun. Bunu sadece Sünni yapmıyor yanlış anlamayın, ben de gücümün yettiğince yapıyorum. Güçlendikçe yapıyoruz. İnsanoğlu kendisini güçlü gördükçe, tuğyan eder asileşir. İnsanoğlunun böyle bir huyu var. Hz. Ali buyuruyor: “Başkaları bedel ödeyerek, tefrikadan, menfi durumdan veya herhangi kötü bir amelden zarar görerek aklı başına gelmişse, siz de tarih süreci içerisinde aynı bedelleri ödeyerek, akılınızın başınıza gelmesini beklemeyin. Sizler başkasının ödediği bedelden ders çıkarın. Tarihe iyi bakın.
Alevi- Sünni çatışması bu yurda yarar mı getirmiştir? Sünnilerin Alevileri öldürmesi, yakıp yıkması, bırakın dini, Sünniliğe ne kazandırmıştır? Umarım bu görüşüme, Alevi camiası içerisinde saygın yeri olan ve ülkemizin yetiştirdiği aydınlarımızdan biri olan Prof. Dr. İzzettin Doğan da katılır, eğer bu ülkenin sorunu Alevilikse, yarından itibaren şu Aleviliği askıya alıp, tecrübe edinelim, bakalım bu ülke ne kazanacak!
Ben, Pir Sultan Abdal’ın şiirlerini dinledikçe bakıyorum ki yüreğimdeki dertler aynı derttir. Pir Sultan şiirinde şöyle diyor; “Şu karşı yaylada, göç katar katar..” Bu göç, bu katar nereye gidiyordu, kimin elinden gidiyordu, kimdi o göç edenler? Türk’e nasıl kıydın, bu gün nasıl kıyabiliyorsun? 21. Yüzyılda damarlarında senin kanını taşıyan ve senden çok daha saf kan Türk olan Alevi’ye, kurşun sıkmaya nasıl kıyabiliyorsun.
Birilerimiz ideolojik kaygı, birilerimiz siyasi kaygı, birilerimiz tarikat kaygısıyla veya mezhep kaygısıyla hareket edersek, demek ki geçmişteki musibetlerden ders almamışız demektir. İmam Cafer Sadık (as) bir hadisinde buyuruyor ki; “Mümin insan, bir delikten iki defa sokulmaz.” Bir defa parmağını kuş yuvası diye soktun, baktın ki yılan sokuyor, akrep sokuyor, ikinci kez akıllı bir mümin parmağını oraya sokmaz. Biz, bin yıldır parmağımızı fitne, tefrika, bağnazlık deliğine sokuyoruz, sokuluyoruz ve yine parmağımızı tefrika ve fitne deliğine sokmaya devam ediyoruz. Ne zaman akıllanacağız acaba!
Bizler, kardeş kardeş oturup, farklılıklarımızı paylaşalım, bundan gerilip kasılmayalım. Ben şükrediyorum, geçmişimizdeki bunca olumsuzluklarla birlikte, en Şia Sünni Türkiye Sünni’sidir. Hatta genelde Türk Sünni’sidir. Siz İran’ı o tarafa geçin, Pakistan’a, Afganistan’a bakın, Pakistan’da, Şiilerden “Kâfir-i Zimmi” diye cizye alıyorlardı, Afganistan’da birleşmiş milletler kaydına da giren, beş bin Şii’yi diri-diri tabuta çaktılar. Evet, bunları yaşadık. Bu yaşananlara bakınca, Türkiye’de ne de olsa bu güne kadar ne kadar kansızlaşsak ta, kanımızda hala Yesevi kanı var canım.
Ne kadar Sünnileştirseler de, Yesevi’den, Hacı Bektaş-i Veliden, Mevlana’dan koparamıyorlar.
Bu güne gelirsek, Alevilerle Şiilerin benzeşmesi konusunda, bazen ikide bir konjoktürel olarak, bir baskı havası estirilir, İran rejimi, irtica rejimi, Humeyni rejimi, öcü… Ondan sonra da, Aleviler İran’a benzeyemez kardeşim! Deniyor. El hak! Bugünkü Alevileri demiyorum, bizim Sünnilerimiz, mübalağasız diyorum, Alevilerden bin kat daha çok İran’a benziyor. Buna itiraz edecek birisi var mı?
Kaldı ki enteresandır, bazen siyasilerimiz Sünni İslamcıları Tahran’a benzetiyor, bazen slogan atarken de “Mollalar İran’a” diyor. Suudi rejimi dururken neden İran..!
Hangisinin rejimi daha iyi? El hak!
İran’da Rehberi, endirekt Hubragan Meclisi, Cumhurbaşkanını da direkt halk seçiyor. Belediye meclisini, parlamentoyu halk seçiyor. Suudi Arabistan’da böyle bir şey var mı? İran meclisinde bulunan kadın sayısı, bizimkinden az mı? Ben İran’ı övmek için burada değilim yanlış anlaşılmasın ama meramımı anlatmak için diyorum, eğer benzetecekseniz, daha çok benzeşene benzetin.
Bizler bu saate kadar, hala Şah İsmail ve Yavuz meselesine neden bu kadar takılıp kalmışız? Birisi mi hata yaptı, ikisi de mi hata yaptı bilmiyor muyum! Ya da işime gelmiyor tartışmak istemiyorum. Bu gün, hiçbir Alevi İran’la bir olup Türkiye’yi vuracak durumda değil bundan herkes emin olsun. Ne bir Alevi ne de İran’a yüzde yüz benzeyen bir Şii olan ben, ülkeme babamı dokundurtmam. Babam ülkemi satsa, babamı idam ederim. Bundan herkes emin olsun.
İşte bunlar İrancı olursa, ülkeye ihanet edecek, ülkeyi İran’a taşıyacak, İran’ın kartı olacak deniyor yok böyle bir şey. Sen ne kadar ülkeni seviyorsan, en az o kadar, Alevi ve Şii da ülkesini seviyor.
Benzeşme noktasında, Alevi Şii değil diyorlar, ilim adamları bunu söylüyor! Cahil söylerse muaf görürüm. Şimdi bu konuda şunun altını çizerek diyorum, bütün İslam ümmeti iki fırkadır. Dini değil, siyasi iki fırkadır. Şii ve Sünni. Aranızda, bunun aksini iddia edebilecek biri var mı? Ebu Bekir, Ömer, Osman haklıydı diyenler Sünni’dir, hayır 12. İmam’ın hakkıydı, İmam Ali’nin haklıydı diyenler Şii’dir. Alevi de, Nuseyri de, Zeydi de Şii de bunu diyor. Bu seni niye rahatsız ediyor.
Keşke ABD, Rusya, Çin ve Avrupa da Müslüman olsaydı da Hanefi olsaydı. Ben senden rahatsız değilim, sen neden benden bu kadar rahatsızsın” Ben senin bütün fırkalarınla birlikte yüzde yirminim. 55–60 Müslüman ülkesi var, bunun birkaç tanesi de Şii fırkasının yönetimiyle yönetilen ülke var. Şimdi 60 Sünni ülkesi içerisinde, varsın üçü de Şii olsun, bundan ne çıkar? Ne zararı var?
Bize, Şii Şah İsmail’in devamı olan Azerbaycan Cumhuriyetinden, Azeri Türkünden daha yakın Türk varsa, siz bana söyleyin. Onlar, Yavuz-Şah İsmail meselesini hortlatmıyor, burayı ikinci vatanı olarak görüyor. Ama beri taraftan Diyanet İşleri Başkanlığımız, götürüyor Iğdır’da gasp edilmiş Şii camisinin yerine, muhteşem bir cami yapıyor, Azerbaycan sınırında, Azeri Iğdır’da, bununla da iftihar ederek, adını da Yavuz Sultan Selim Camisi koyuyor.
Şimdi Allah aşkınıza, hepiniz aklıselim insanlarsınız, biriniz bana söyleyin bunda ne gibi milli menfaatimiz var? Azerbaycan’a nispet yapacağınıza karşında senin soykırım hezeyanının anıtını diken Ermenistan, senin 40 km yakınındadır, yapacaksan ona nispet bir şey yap. Zavallı Nahcivan’a, neyin nispetini yapıyorsun, bu nedir”? Hangi akla hizmettir!?
Orası senin nefes borundur, keşke anlayabilsen” Oradaki Azeri Türküne mi nispet yapıyorsun?
Bu sefer de orada bulunan âlim arkadaşlar ve ileri gelenler bir toplantı yaparak, Iğdır’da bulunan bütün Şii camilerinin adını Şah İsmail Camii koydular.
Diğer önemli bir konu, ben Diyanet İşlerinin de lağvedilmesini istemiyorum. Genelde Alevi aydınlarımızın büyük bir bölümü, Diyanetin lağvedilmesinden yana. Ben de öteden beri diyorum ki yüz bin devletten maaş alan ve iyi kötü memuriyet sorumluluğu taşıyan imamlarımız var. Şimdi siz, diyaneti lağvedip bunları kendi başlarına bırakır, memuriyet sorumluluğunu ellerinden alırsanız, bunların her biri başımıza bir tarikat şeyhi kesilir ve bu ülke kana bulanır. Devam etsin kardeşim. Biraz da bizim hakkımızdan aç kalıyorlarsa, kesip verin devam etsin, aman kardeşkanı akmasın, bu ülke bir daha İbn-i Kemal fetvalarına maruz kalmasın.
Alevilere sor, Şia mısın evet, şiirlerine de bakın, “Şia kızıl başım” diyor. Mezhebin nedir, Caferi’yim diyor. Şimdi soruyorum, Sünni Hanefi misin, yoksa Şii Caferi misin? Şii Caferi’yim diyor. Kendisine sor kardeşim, sen niye kendi yanından yok diyorsun. Bırakın böyle kalsın. Ben buna inanarak diyorum, inanmadığım şeyi halka demeği, affınıza sığınarak namussuzluk olarak görüyorum. Ben inanmadığım bir şeyi asla söylemem. Eğer yanlış varsa yanılgımdandır. Ben, beni dinleyen insanlara yanlış bilgi verme gayretine hiç girmem.
Bu ülkede, kahır çoğunluk bir mezhepten olsa felaket gelir. Sonra onlar kendi aralarında bölünüp şeyhlerle birbirini boğar. Bu tarikat mı devlet pastasını yiyecek, falan tarikat mı? Bakınız, ben Selahattin Özgündüz olarak söylüyorum, Muhammed Mustafa’ya (sav) gelen İslam’ın yüzde yüzüne inanıyorum. Şimdi hadislerde Ali’nin zikri de ibadettir” buyrulmuş. Ama şunu da söyleyeyim her ibadet kendi yerini doldurur, başka ibadetin yerini doldurmaz. Camiyle Cem evi birbirinin zıddı değil, alternatifi değil mütemmim cüzzüdür.
Şia bölgelerinde de Hüseyniye deniyor bunun adına. Burada Sünni bilginlerde var Şii ve Sünniliği iyi bilen sevgili Bakanımda burada (N.K. Zeybek) İslam’da, senin perspektifinden Alevi, Hz. Muhammed’in (sav) getirdiği İslam’a ne kadar uzaksa, Namazlı niyazlı, haclı zekâtlı sen ve ben bir buçuk fersah uzaktayız. Ben, bunu hoşunuza gelsin diye demiyorum, delilim var. Allah aşkınıza Namazı ne şekil kılmak mı çok daha önemlidir, insana nasıl bakmak mı, nasıl değer vermek mi çok daha önemlidir? Ben şu ana kadar iftihar ediyorum, ne bir alevi büyüğün, Alevi dedenin dilinden, Sünni’nin kanı, malı, ırzı helaldir diye fetvası vardır ne de Şii bir fakihin, Müçtehidin böyle bir fetvası vardır. Fıkhımıza, inancımıza kardeşkanı bulaştırmamışız bundan iftihar ediyorum.
Allah etmesin Alevi bana benzesin, ben bağnazım, benim gibi düşünmeyeni ben düşman görüyorum. Ama o, 72 millete bir gözle bakıyor. Bunların korunması lazım, asimile edilmesi değil.
Şeriat konusunda Alevi, “kahrolsun şeriat” dediğinde, Hz. Muhammed’in (sav) şeraitini demiyor. Muaviye’nin, Yezid’in katil şeriatini diyor. Bunu demekle de kimse kâfir olmaz. Alevi kana bulanmış şeraiti istemiyor.
Resul-i Ekrem döneminde Abdurrahman İbn-i Avf ve Halid İbn-i Velid komutan olarak bir kabileye mübelliğ bir heyet olarak gönderildikleri halde, söz konusu kabile; “bunlar bizi öldürmeye geldiler” diye silaha davrandılar. Bunlar dedi ki biz savaşmaya gelmedik, tebliğe geldik. Onlar silah bıraktıktan sonra, Halid ve Abdurrahman’ın işaretiyle, o kabile mensuplarının her birinin arkasına bir asker dikerek, kadınlarının ve çocuklarının gözleri önünde, hepsinin başlarını kestiler, Müslüman değiller diye.
Haber Medine’de Peygamberimize ulaştığında, irkilerek ayağa fırladı, kollarını yukarılara doğru açarak: “Allah’ın ben bunların yaptığından beriyim, bu suçu üstlenmiyorum” buyurdu. Ardından Hz. Ali’ye, bol miktarda mal ve para vererek o kabileye gönderdi. Öldürülen her bir fert için, yüz deve ve bin koyun bedeli, hatta tarihçiler yazar, ineğin kopan yularını, hayvanın kırılan yem kabının bile bedelini ödedi, elinde arta kalan malı da, kimileri eski ve yıkılan evini de bu savaşa neden gösterdi, İmam Ali tahkik etme gereği duymadı, onların da bedelini ödedi. Elinde kalanları da o kabileye bıraktı. Dediler; “peki bu nedir” Hz. Ali buyurdu: “o da sizin gözyaşlarınızın bedeli” dedi. O günkü yağma döneminde, Ali sordu şimdi razı oldunuz mu? Onlar kendi içlerinde; “hem güçlü taraf, hem de gelip bizden özür diliyor, bizi tazmin ediyor, bizi zengin, gani ediyor” diyerek “evet razı olduk” dediler. Şimdi söyler misiniz o İslam nerede, şimdiki İslam nerede!
Şimdi sen kendi amcan oğlunu kendi kanını taşıyan amcaoğlunun kapısına işaret koyup, çoluk çocuğuyla öldürüyorsun! O anlayış nerede, şimdi ki anlayış nerede” bu İslam o İslam’ıdır!?
Şunu diyorum; Ne siz, ne de biz, ne Sünni, ne de Şii, Alevi’yi kendisine benzetmeye çalışmasın. Alevi bir Şia fırkasıdır. Şia biz değiliz, Şia hepimizin ortak adıdır. Yani, Ali’nin vilayetine inanan herkes Şia’dır. Sünnilik Hanefiliğin üst adıdır. Bana gelen bilgiden anladığım bu toplantı, vahdet veya tarihle hesaplaşma konferansı olmaktan ziyade, Aleviliğin ne olup ne olmadığı konusunudur. Biraz daha çıplak konuşalım. Alevi kendi kimliğini bulsun. Mutluysa, kendi kimliğiyle yaşasın. Ülkem de buna katkı yapsın. Sünnilik ortadan yok olmaz, siz desteği kesseniz de Suudi parayı gönderip Sünniliği yine yaşatır.
Onlar kendi aşk mekteplerini yaşasın, ülkenin buna ihtiyacı var. Avrupa boşuna mı dünya Mevlana günü ilan ediyor. Dünyanın bu sevgiye ihtiyacı var. Herkese aynı mesafede yaklaşan o anlayışa ihtiyaç var. Bütün ihtilaflarımızla beraber, farklı görüşlerimiz bitse, biz kendimiz ihtilaf yaratmalıyız. İhtilaf rahmettir. Tek bir millet yaratma anlayışı, despotların işidir. Farklı düşünceler düşünce babında birbiriyle çarpışacak ve biz de bundan keyif alacağız. İşte bundan keyif almayı öğrendiğimiz zaman, adam olmuşuz demektir.
Ama benim gibi düşünmüyor diye, onu düşman gördüğümüz sürece, evimizdeki oğlumuza ve kızımıza bile düşman oluruz. Eşref-i mahlûkat olmamızdaki özellik, beyindeki üretkenlik, öyle bir şekilde yaratmış ki insanı, yaratana bile karşı koyabilir, inkâr etme hakkını bile kullarına tanımış, kafa tutma hakkını bile tanımış. “Biz onlara apaçık yolu gösterdik” buyuruyor.
Ben senin cennetine gitmek istemiyorum diyor, ben cehennemi istiyorum diyor, sana ne? Allah bu potansiyeli ona vermiş. Gel benim tarafıma diyorsun, gelmiyorum diyor.
Aleviler bu güne kadar yapılan dayatmalar karşısında, onurluca durmuş, kutluyorum onları. Yaşayın aşkınızla diyor saygılar sunuyorum.”