Avidar, Türkiye’nin İsrail’in Gazze Filosu baskınında işlediği cinayete yönelik tepkisini bir “şımarıklık” olarak niteleyerek, kendi yetkililerini “olgun ve sorumlu” davranmaya davet ediyor.
Feşullah Gülen örneğini zikrederek Türkiye’deki dini liderlerin İsrail’e karşı siyasi liderlerden daha ılımlı bir tutum aldığını belirten yazar, İsrailli yetkililerin Türkiye’ye karşı sert; ama diplomatik bir söylem kullanması gerektiğini söylüyor.
Eli Avidar, “Kaba Türk tavrı İsrail’den sert; ama akıllıca diplomatik cevap gerektiriyor” spotuyla yayımlanan “Sorumlu Yetişkinler Olalım” başlıklı yazısında şunları ifade ediyor:
Filo meselesinin bizim arkamızda olduğunu ve Türkiye’yle bağlarımızın zaman içinde yavaşça ve sessizce düzeleceğini sananlar, suratlarına Türkiye Cumhurbaşkanından mecazi bir tokat yediler.
Abdullah Gül, İsrailli meslektaşı Shimon Peres –haklı olarak- filo vakası için özür dilemeyi kabul etmeyince onunla görüşmeyi reddetmekle kalmadı; geçmişte olsa, İsrail’den gelecek böyle bir tavrın bir savaş sebebi teşkil edeceğini belirten saldırgan bir açıklama da yaptı.
Bu arada da, Türkiye Cumhurbaşkanı, Peres’e bağışlamayı reddettiği zamanı bir başka cumhurbaşkanına, Mahmud Ahmedinejad’a vakfetti. Dobra bir ipucuydu bu ve aynı zamanda, bizim tarafımızdan gelen ve “ne istiyor bu anti-semitist Türkler, artık gitmiyoruz oraya tatile” tavrı gösteren bir dizi ateşli, alıngan açıklama için başlama ateşi odu.
Birçok İsrailli ayrıca, geçen ay Türkiye’de düzenlenen referandumun sonuçlarından ve Türk halkının “laik demokrasinin bekçisi” kabul edilen ordu güçlerinin zayıflatılması sürecini desteklediği gerçeğinden dolayı hayal kırıklığına uğramıştı. Birdenbire hepimiz, bu dev devleti süpüren iç süreçler üzerine uzman olmuş ve onları bu devletle bağlarımıza meşiyeler düzme ihtiyacının bir başka göstergesi olarak teşhis etmiştik.
Ama ben gözyaşlarımızı birazcık daha tutmayı öneriyorum.
Gerçekten de, Türkiye son on yılda gittikçe daha dindar oldu. Bugün, 85000 kadar faal camiye ev sahipliği yapıyor, her 830 vatandaşa bir tane (dünyadaki en büyük kişi başına cami sayısı). Sünni İslam dersleri bugün devlet okullarında zorunlu ki bu Avrupa insan hakları mahkemesi ve Türkiye’nin kendi Anayasa Mahkemesi kararlarıyla çelişiyor. Yine de, Türkiye’nin İslamileşmesi ille de radikalleşmeyi mi ifade ediyor?
Türk halkının, Atatürk’ün zamanından beridir orduda ve Anayasa Mahkemesi’nde öncü dayanak olarak alınan laik yönetime tepkisi bizi yanıltmamalı. Türkiye’deki İslam her zamankinden daha popüler ve güçlü; fakat ülkedeki dini makamlar zaman zaman siyasi liderlerinden çok daha ılımlı.
Türkiye’deki en nüfuzlu dini lider, İmam Feşullah Gülen (Başbakan Erdoğan’ın manevi babası,) “İsrail hükümetine meydan okudular ve bu işin kötü bir şekilde sonuçlanacağı belliydi” diyerek filo organizatörlerine karşı açıkça konuşmaya cesaret eden nadir insanlardandı.
Erdoğan’ın milletvekili (ve İsrail’i sertçe eleştirenlerden biri olan) Bülent Arınç’a bu konu sorulduğunda, gururunu bir kenara bırakıp “Gülen her zamanki gibi doğruyu söylüyor” demeye zorlandı.
Kendimize saygı duymalıyız.
Her halükarda, önemli soru, Türkiye’nin eskisinden daha Müslüman olup olmadığı değildir. Gerçekten de eskisinden daha Müslüman’dır, ancak önemli soru şudur: Bu nasıl bir İslam ve İsrail’e nasıl yaklaşıyor? Kendimizi “Laik bir Türkiye İsrail’in dostudur, İslami bir Türkiye ise İsrail’in düşmanıdır” gibi kutuplu dünya görüşleriyle aynı çizgiye getirmeyi bırakmalıyız.
Şimdilik, Türkiye İslam’ıyla İsrail karşıtı düşünce arasında bir bağlantı yok. Tutup da kendi ellerimizle (ve ağızlarımızla) böyle bir bağ yaratmayalım.
Bu sorunun cevabı böylesi basit formüllerden çok daha karmaşıktır. Geçtiğimiz yılarda, Türkiye’yle ilişkimiz sahiden de daha meydan okuyucu olmuştur; ancak bu ilişkinin ölümü söylentileri vakitsizdir ve kesinlikle düşüncesizce ve acele ile üretilmektedirler.
Türk tarafından yapılan en zor, en dobra açıklamaların zirvesinde bile, Erdoğan hükümeti İsrail ve Suriye arasında uzlaştırıcı rolünü üstlenmeyi sürdürdü. Bağları koparacak adamın tavrı bu olmaz.
İsrail’e sert çıkışlar yaparken, Türkiye sahiden de radikal Arap devletleri ve İran’la yakınlaşmıştır; ancak kültürlü milletler arasındaki merkezi öğelerden biri olarak yerini kaybedebilir ve ABD’yle ittifakını ve muhtemelen Avrupa Birliği’ne katılma rüyasını da tehlikeye atabilir. Türkiye şu an ince bir çizgi üzerinde yürüyor ve onu yanlış tarafa itmememiz oldukça önemli.
İletmemiz gereken mesaj karmaşık… Ve her zaman çok iyi becermediğimiz türden epey bir diplomatik akıl gerektiriyor. Diğer taraftan, Türkiye’de tatil yapmayı boykot etme üzerine çocukça beyanatlarda bulunup bağlarımızı koparma üzerine isterik açıklamalar yapmaya bir son vermeliyiz.
Diğer taraftan, Türkiye’ye kendimizi beğendirmeye de çalışmamalı ve Erdoğan ve Gül’ün başını çektiği şu anki Türk liderlerinin kaba tavır ve ifadelerini dikkate alarak çekinme göstermemeliyiz.
İsrail cumhurbaşkanından; Davos konferansında Türkiye başbakanından lanetler yerken hiçbir şey söylemeden oturmaması, ya da Cumhurbaşkanı Gül’ün aşağılamaları karşısında çekinme göstermemesi beklenir. Yaşadığımız bölgede, sadece kendilerine saygı duyanlar başkalarının da saygısını kazanırlar.
Yani ne yapmalıyız? İki ülkenin de liderlerinin; Türklere bağların derinliğini ve katiyetini hatırlatacak; ama aynı zamanda da onlara bizim için neyin kabul edilemez olduğunu ve Türkiye’nin bu kaba, kışkırtıcı tavrının sonucu olarak uluslararası sahnede neleri kaybedebileceğini açıklığa kavuşturacak şeffaf, genel açıklamalar yapmasının vakti geldi.
Yani Türkler şımarıklık mı yapmaya karar verdi? Sorumlu yetişkin olma rolü bize kaymıştır.
*Smart Middle East Forumu Başkanı Eli Avidar, aynı zamanda resmi bir Dışişleri Bakanlığı yetkilisidir.
Çeviren: Zeynep Dursunoğlu