Halkalı Zeynebiye Camii'ndeki cuma hutbesinde binlerce kişiye seslenen Özgündüz, hutbesinin ikinci kısmını Caferi Çalıştayı'na ayırarak şunları söyledi:
"Hükümet Ermeni, Kürt, Alevi açılımları gibi bir açılım süreci başlatmıştır; sonra hepsine birden “demokratik açılımlar, milli mutabakat açılımı” diyerek çeşitli isimler koydu. Velhasıl bir süreç başlatılmış oldu.
Biz de dedik ki, Kürt'e, Ermeni'ye, Alevi'ye, Roman'a, herkese bu açılım var da bu ülkenin kültürüne damga vurmuş bu kesime niye açılım yok? Bunu Aşura konuşma metninde de basının önünde söyledik. Sonra bu bizimle alakalı açılım hususunda, Diyanet'ten ve bu açılımlardan sorumlu devlet bakanımız Faruk Çelik ile görüşme oldu. O da sorunlarınız nelerdir, çözümleri nelerdir? Taleplerinizi getirin, biz de kabineye sunalım, karara bağlayalım, dedi.
Biz de İstanbul'da 117 âlim arkadaşımız ile toplantı yaptık. Bu âlimler Türkiye'deki diğer bölgelerde bulunan âlimlerin de tabiri caizse grupsal uzantılarıdır. Yani siz de biliyorsunuz Türkiye âlimleri içerisinde çeşitli çalışma tarzı benimseyenler var. Fakat her kesimden İstanbul'da ağırlıklı olarak var. Hiçbir ilde 117 âlimimiz yok. Iğdır'da ilçeleriyle köyleriyle beraber 54 civarındadır. Nüfusumuzun ekseriyeti İstanbul'da olduğundan, en çok âlimimiz de İstanbul bulunmaktadır. O toplantıda bulunan âlimlerimiz, devletle, diyanetle alakalı siyasi içtimai meselelerde muhatap olsunlar diye 12 kişiyi seçti.
Biz de o 12 kişiyle toplanarak altı maddelik talep listesi çıkardık.
Devlet bütçeyi her kuruşu bize dönmek üzere bizden aldığı vergilerle oluşturur. Sağlık, adalet, ülke savunması, emniyet, eğitim, ulaşım ve iletişim gibi hizmetler verir. Bundan herkes eşit şekilde yararlanır. Her ne kadar yer yer haksızlığa uğrayan bireyler olsa da. Ama bütçenin %2 - %3 gibi pay din hizmetlerine ayrılıyor. Yani bu benim verdiğim her 100 liradan 3 lirası din hizmetlerine ayrılıyor. Ama ben bunun yararını görmüyorum. Bu bana hizmet olarak değil, asimilasyon olarak, küfür olarak dönüyor. Burada bir hukuki sorun var. Öyleyse o verdiğin, din hizmetlerine ayırdığın paradan %3’lük bölümden bana da eşit gelsin, bir kesime gitmesin. Öyleyse bizim hakkımız, bu hakkımızı ver dedik.
Bunu verirken de, kendi paramızı kendimize verirken de bizi satın almaya, asimile etmeye kalkışarak değil, kahır çoğunluğu temsil eden, özel hukuk tüzel kişiliğe sahip kuruma, bütün Türkiye’deki Caferi âlimlerin, derneklerin oluşturacağı kuruma ver. Onlar kendi arasında onun harcamasını yapsınlar. Diyanet işlerine de bizi bağlamayın. Çünkü o bizi asimile eder. Zira bunu çeşitli şekillerde yer yer dile getirmişlerdir. Amaçları bizi kendi tabirleriyle ehlileştirmektir, kazanmaktır.(!) Bizi kendi inancımızla yaşatmak değil. Bunu açıkça basına da söylemişlerdir. Emevi döneminden örnekler vererek bizi kaygılandırmış, kuşkulandırmıştır.
Diyanet, kurumsal anlamda cumhuriyetin, devletin bir kurumu, ona saygımız sonsuz, ona diyeceğimiz bir şey yok. Ama kurumları kişiler yönlendirir. Bugün yönlendiren de bizde böyle bir kaygı uyandırmıştır. Onun için bizi bu diyanete bağlamayın.
Bunları talep etmiş ve demişiz ki, mezhebimize ait sorunlarda kahır çoğunluğu temsil edecek bu kurumla muhatap olun.
Maddelerden birisi de, bizim evlatlarımızın okullarda sıkıntı yaşaması. Bir kesimin inancı ona diretiliyor ve bu yüzden sınıfta bırakılıyor. Ben, senin inancını öğrenmek, kabullenmek zorunda değilim. Bırakın, biz de ders kitaplarına kendi hazırlayacağımız metni sunalım, siz öğretin. Benim çocuğum ondan sorumlu olsun. Dolayısıyla benimki Sünniliği, seninki Şiiliği öğrenmiş olsun; birbirini artık düşman bilmesin. Kendi tanıttığım şekilde olsun, garezli insanlar benim adıma Şiiliği neden tanıtıyor? Kendimi kendim tanıtayım.
Bir maddesi de, her hafta TRT’nin bütün kanallarında radyosu ve televizyonunda din sohbetleri yapılıyor. O konuda da, o da bizim müşterek müessesemiz olduğuna göre, tek perspektifte millete din diretileceğine, bırakın bizim de payımıza düşen miktarı kullanalım. Payımıza kaç dakika düşüyor? On dakika mı? O halde bırakın her hafta on dakika, bu kurumun, Caferi âlimlerinin oluşturacağı kurumun göndereceği âlim orada konuşsun. Türkiye her hafta TRT'den Caferiliği de dinlesin. Böyle olunca da artık birbirimize düşman olmayız. Milletimiz de “demek ki böyle bir şey var devletin kanalı da anlatıyor, demek ki kötü de bir şey değilmiş, anlatıldığı gibi değilmiş” der. O zaman ne olur? Milli birliğimize katkısı olur.
Bunlar bizim taleplerimiz, bakanlığa sunulmuştur ve ittifakla aldığımız tüm maddeleri gönderdik. Bir madde de ihtilafımız kalmıştı. Onu da yine çalıştay üyeleri toplanarak aynı heyetin kararıyla düzelttik, revize ettik. Birisi şöyle diyor, birisi böyle. Benim dediğim olacak demek yerine, orta yolu bulduk, revize ettik, o şekilde sunduk hükümete.
Otelde düzenlenen toplantıya her kesimi davet etmiştik, bütün âlimlerimizi çağırmıştık. Bir de yeniden o kararları madde madde onaylatmak için âlimlerimizi davet etmiştik. Avrupa’dan, Iğdır’dan, Kars’tan, Ankara’dan, Ege'den her bölgeden âlimlerimiz, ya vekâleten, ya bizzat katıldılar.
Bizim bu haklarımızın alınması, yetmiş milyona, devletin radyosu ve televizyonundan ve okullardaki ders kitaplarından mezhebimizin anlatılması, sıkıntılı bölgelerimizdeki camilerimize, verdiğimiz vergiden alıp destek olunması zararımıza mıdır?
Hakkımızı isterken de şunu diyoruz; “Diyanetin dışında, kendi kurumumuz bunu organize edecek. Kendi paramızı kendimize verirken, bizi satın alma aracı olarak kullanmayın diyoruz.
Durum bu kadar açık ve bu kararlar değerli alim arkadaşlarımızla beraber aldığımız kararlardır.”