Lübnanlı gazeteci Mehdi Korani, İran’dan yayın yapan Tabnak.ir adli internet sitesinde yayımlanan yazısında İsrail’in Hizbullah’a ve Lübnan’a yönelik yeni tehdit söylemini analiz ediyor.
Siyonist rejim, 2006 savaşından sonra sürekli olarak Hizbullah’ı ve Lübnan’ı yeni bir savaşla tehdit edegeldi. İsrail Topçu Birlikleri Komutanı Mişel Ben Baruh, bir süre önce şunları söyledi: “2006 savaşı bir vakit kaybı savaşıydı. Bir sonraki savaşta tahrip gücü yüksek silahlar kullanılacak ve ileri teknolojiden yararlanılacak.
Bu sert ve ateşli açıklamalar zihinlerde şu soruların oluşmasına sebep oluyor: İsrail, hangi eksikliğini gidermek için savaşta tahrip gücü yüksek kitle imha silahlarına ihtiyaç duymaya başladı? Yine İsrail ordusu hangi zaafını ortadan kaldırmak için mevcut modern teknolojisine oranla daha ileri bir teknolojiyi savaş meydanına sürecek?
Son birkaç yıldır İsrail ordusunun tek hatasının kara kuvvetlerini savaş meydanına sokması gerektiği halde sokmamak olduğu borazanını çalıp duranlar onlar değil miydi? Yani onların tek sorunu modern hava kuvvetlerinin yerine akıllı ve entelektüel kara kuvvetlerini geçirmemiş olması mıydı? 2006 Temmuz Savaşı’ndan ibret alınmasının yeni teknolojileri ve tahrip gücü yüksek silahları kullanmakla nasıl bir ilişkisi var?
Üst düzey bir İsrailli askeri yetkili, Jerusalem Post gazetesine verdiği demeçte: “Gelecekteki herhangi bir savaşta Hizbullah 4-5 gün içerisinde darmadağın olacak” diyor ve şöyle devam ediyor: “Bu savaşın önceki savaştan farkı şu olacak: Biz bu savaşta kara saldırısı için son dakikaya kadar beklemeyeceğiz, süratle kara taarruzuna başlayacağız.”
Birincisi: Eğer gerçekten Hizbullah’a karşı zafer kazanmak için 4-5 gün yetiyorsa, bir karış Gazze toprağına karşı neden bu kadar şefkatli davrandılar?
İkincisi: Şu soruyu sormak gerekmez mi: İsrailli generaller niçin bu kadar kısa süre öngören savaş planı hazırlamakta ısrar ediyorlar? İsrailli yetkililerin savaşı kısa sürede bitirme yönündeki bu ısrarı, aslında gizli bir gerçeğe işaret ediyor ve bu gerçek de şudur: İsrail bir haftayı aşan savaşlarda zarara elverişli hale geliyor.
Buna karşın öyle görünüyor ki Hizbullah’ın tüm askeri planı da bu “bir hafta” üzerine yoğunlaşıyor ve bunu iki ya da daha fazla uzatmayı hedefliyor. Çünkü bu bir hafta eğer iki hafta olursa bunun bu kez İsrail savunma hatlarının bir biri ardınca çökeceği anlamına geldiğini çok iyi biliyor.
İsrail bir süredir Lübnan’a ve Hizbullah’a karşı yeni bir tehdit dalgası bağlatarak birkaç haftadır bir meydan okuma dizisi sahneliyor. Bunun sebebi biz gazeteciler için çok açık değil. Belki de İsrailliler Obama hükümetinden alacaklarına ilişkin bir tarife belirliyorlar; ama şurası kesin ki İsrailliler bu sürekli tehditle genel bir hedef gözetiyorlar.
Bu hedeflerden biri yeniden yenilmeleri durumunda bu yenilgilerini daha iyi izah edebilmek; siyasi bir zafer kazanmaları durumunda da bunu askeri ve çok daha önemli bir zafer olarak göstermektir. İkinci olarak bundan daha da önemlisi İsrail, düşmanı ve onun eylemlerini büyük göstererek konvansiyonel olmayan yasadışı adımlarını dünya kamuoyu nezdinde açıklanabilir kılmak istemektedir. Üçüncü olarak çevredeki caydırıcılığını yeniden onarmak dördüncü olarak da askerlerinin ve cephe gerisindekilerin moralini bu sürekli tehditlerle yüksek tutmak istemektedir.
Siyonist rejim, saldırmak için en iyi fırsatı kollamaktadır; ancak bu kez bu durumdan kaygılıdır; çünkü zaman geçtikçe daha fazla fırsatı kaçırdığını görmektedir. İsrail, bir süredir 20 kilometrelik (Batı Şeria hesap edilmediği zaman İsrail enlemesine yalnızca 20 kilometredir) rejiminin çökme ihtimalini gözleriyle görmektedir.
İsrail, askerlerinin kanının henüz coşkun olduğu ve ölülerinin intikamını alma ve uğradığı stratejik yenilgiyi telafi etme kararı aldığı 2006 savaşından sonraki ilk aylarda bu tehditleri hayata geçiremedi. O halde dünyanın barış ve uzlaşma yönüne gittiği bir dönemde bu tehditlerin tırmandırılmasının nasıl bir anlamı olabilir?
Gerçi İsrail’in savaş çığırtkanlığının bir sonu yoktur; ancak bu şartlarda bu tehditlerin tekrar edilmesi nasıl açıklanabilir? Yoksa komutanlar, Direniş açısından asıl savaşın İsrail ordusunun bazı bölgelere girmesinden sonra başladığını ve bir haftalık süre tayininin bir hayalcilikten ibaret olduğunu unuttular mı? Yoksa onlar savaşı başlatmanın İsrail’in elinde olsa da bitirmenin başkalarının elinde olduğunu unuttular mı?
İsrail istihbarat servisleri Direniş’in bir ateş kanalı hazırladığını ve bununla üç saat boyunca 20 kilometrelik nüfuz alanını kıpırdayamaz hale getirebileceğini bilmiyor mu? Siyonistler, her açıklamalarında 2006 yılındaki başarısızlıklarının sebebi olarak zikretmeye çalışacaklardır. Ancak yenilgilerinin gerçek sebeplerini ortaya koymayacaklardır.
Netanyahu kabinesinden önce Siyonist rejimin, bu tehditlerinde çeşitli siyasi ve askeri hedefleri vardı ve içeriye yönelik hedefleri bulunuyordu. Bazı kişisel hedeflerin böylesi bir savaşın sonuçlarını göz önünde bulundurmaksızın savaşın marşına basılmasına sebep olması mümkündü; ama dönemin İsrailli liderlerinin iç destekten yoksun olması böylesine kader tayin edici bir adımın atılmasına engel oldu.
Şu an Netanyahu kabinesi daha fazla iç desteğe sahip ve biz yeniden bu tehditlerin zirveye çıktığına tanık oluyoruz. Askeri doktrini “öldür ondan sonra sor” olan bir rejim için bu tehditler ciddi olamaz. Çünkü Siyonistler ideal şartların oluşması durumunda hiçbir tereddüt göstermeden Lübnan’a karşı üçüncü savaşı başlatırlar. Yani, sürekli olarak aşağılandığını hisseden bu rejim, diğer bütün kapıların yüzüne kapalı olduğunu görür veya Hizbullah’ın içeride yoğun bir şekilde meşgul olduğunu anlar veya kendi içindeki durumun Barak’ın İşçi Partisi’nin savaş başladıktan sonra komutanların arkasından çekilmeyeceği şekilde değiştiğini düşünür ya da savaştaki risk ihtimalinin en az olduğunu fark ederse Obama’nın kırmızı ışığının yeşile dönmesini beklemeden bu savaşı başlatacaktır. Hizbullah’ın bu müddet içerisinde gittikçe artan hazırlığı, İsrail’i en ideal şartlarda risk almaya zorlamaktadır.
Aslında bu sürekli tehditler bir bakıma İsrail’in endişelerinin kaynağını ve zaaflarını da açığa vurmaktadır. Bu da Hizbullah’ın İsrail’e yönelik istihbarat faaliyetleridir.
Bazıları, Siyonistlerin ikinci Lübnan savaşındaki yenilgisini Hizbullah savaşçılarının en zor şartlardaki güçlü direnişiyle açıklamaktadır. “Filkka İsrael” sitesi bir süre önce şunları yazdı: “İmad Muğniye dünyanın çeşitli ülkelerine casusluk şebekesini yaymayı başarmıştı. Bu çerçevede Afrika’nın en uzak köylerinden Güney Amerika’nın birçok yerine yayılan Lübnanlı göçmenlerin ülkedeki olumsuz durumdan dolayı kaçmış görüntüsü vermesi bu casusluk şebekesinin faaliyetlerini güzel bir şekilde gizliyordu. Aynı durum İranlı göçmenler için de geçerli.
Bunlardan biri de “Muin Hemiye” takma adlı bir şahıs. Bu şahıs, Bankog’da Amerikalı bir kızla ilişki kuruyor. Bu kız bir Amerikalı olarak daha sonra faaliyet bölgesini önce Ürdün’e daha sonra da İsrail’e kaydırdı ve İsrailli yetkililerle güçlü ilişkiler kurmayı başardı ve kurduğu paravan firmayla durumun farkında olan veya olmayan İsraillilerden oluşan bir şebekeyi yönetmeye başladı.
Bu şahıs çeşitli sebeplerle makalemizin konusunun dışındadır; ancak gerekli olan istihbaratı alıp bunu Hizbullah’a nakletmekteydi. Bu Amerikalı kız Şabak’ın üst düzey subaylarından General Aharon’u devşirmeyi başardı. O, İsrail iç istihbarat servisi Şabak’ın eski başkanı Haim Ben Ami’nin yakınlarındandır. O da kendine düşeni yapmış kendisine yakın dostlarından birini para aklama gerekçesiyle kendisine çekmeyi başarmış ve kullanmıştı. Bu şebeke, Hizbullah’ın İsrail’in en hassas merkezlerinden birini bütün yönleriyle öğrenmesine sebep olmuştu.
Burada şu soru gündeme geliyor: İsrail’in tahrip gücü yüksek silah, hatta kitle imha silahı kullanma tehditleri karşısında Hizbullah da yapacağı asimetrik savaşında güç dengesini korumak için daha etkili silahlar elde etmiş olamaz mı?”
Asında bu sorunun cevabı İsrail coğrafyasında gizli… İsrail, bazı bölgeleri 20 kilometreden daha az, son derece küçük bir ülkedir. Bu sebeple İsrail’in en hassas bölgeleri dahi menzil içerisindedir.
Aslında bu durum Hizbullah’ın gelişmiş silahlara ihtiyaç duymamasına sebep oluyor. Çünkü bir balonu patlatmak için bir iğneden fazlasına ihtiyaç duymazsınız. İmad Muğniye’nin casusluk şebekesi aracılığıyla İsrail’in çok gizli ve çok hassas merkezleri hakkında istihbarat elde edebilen Hizbullah, ileri teknoloji ürünü silahlara ya da kitle imha silahlarına ihtiyaç duymaksızın düşmana çok daha geniş çaplı ve yıkıcı darbeler vurabilir. Aslında söz konusu merkezlere isabet edecek bir iğnenin, söz konusu edilen silahlardan daha kalıcı etkileri olur.
Şunu da hatırlatmak gerekiyor ki Hizbullah Genel Sekreteri ve Direniş’in lideri Seyyid Hasan Nasrullah, 2006 savaşı sırasında istemeyerek bu duruma işaret etmişti. O, “Biz tüm hedefler için ihtiyacımız olan her şeye sahibiz” demişti.
Bu gösteriyor ki, radyoaktif ve kimyasal depoların bulunduğu coğrafyanın eni ve boyu konusunda İmad Muğniye sayesinde istihbarat elde eden Hizbullah’ın tahrip gücü yüksek silahlara ihtiyacı bulunmamaktadır.
Aslında İsrail’in bu ay içerisinde kimyasal ve radyoaktif savunma amacıyla yapacağı tatbikat da aslında bu zayıf noktayı örtmeye dönüktür ve bunun muhtemel bir İran İsrail savaşıyla hiçbir ilgisi de bulunmamaktadır. Çünkü İsrail’in, İran’ın Şii’siyle, Sünni’siyle tüm İslam dünyasının ilgi odağı haline gelmesine ve başarısız bir savaşla uslar arsası alanda İran’ın itibarını yeninden yükselmesine sebep olmaya hiç niyeti yoktur.
Çeviren: Alptekin Dursunoğlu
YDH
Siyonist rejim, 2006 savaşından sonra sürekli olarak Hizbullah’ı ve Lübnan’ı yeni bir savaşla tehdit edegeldi. İsrail Topçu Birlikleri Komutanı Mişel Ben Baruh, bir süre önce şunları söyledi: “2006 savaşı bir vakit kaybı savaşıydı. Bir sonraki savaşta tahrip gücü yüksek silahlar kullanılacak ve ileri teknolojiden yararlanılacak.
Bu sert ve ateşli açıklamalar zihinlerde şu soruların oluşmasına sebep oluyor: İsrail, hangi eksikliğini gidermek için savaşta tahrip gücü yüksek kitle imha silahlarına ihtiyaç duymaya başladı? Yine İsrail ordusu hangi zaafını ortadan kaldırmak için mevcut modern teknolojisine oranla daha ileri bir teknolojiyi savaş meydanına sürecek?
Son birkaç yıldır İsrail ordusunun tek hatasının kara kuvvetlerini savaş meydanına sokması gerektiği halde sokmamak olduğu borazanını çalıp duranlar onlar değil miydi? Yani onların tek sorunu modern hava kuvvetlerinin yerine akıllı ve entelektüel kara kuvvetlerini geçirmemiş olması mıydı? 2006 Temmuz Savaşı’ndan ibret alınmasının yeni teknolojileri ve tahrip gücü yüksek silahları kullanmakla nasıl bir ilişkisi var?
Üst düzey bir İsrailli askeri yetkili, Jerusalem Post gazetesine verdiği demeçte: “Gelecekteki herhangi bir savaşta Hizbullah 4-5 gün içerisinde darmadağın olacak” diyor ve şöyle devam ediyor: “Bu savaşın önceki savaştan farkı şu olacak: Biz bu savaşta kara saldırısı için son dakikaya kadar beklemeyeceğiz, süratle kara taarruzuna başlayacağız.”
Birincisi: Eğer gerçekten Hizbullah’a karşı zafer kazanmak için 4-5 gün yetiyorsa, bir karış Gazze toprağına karşı neden bu kadar şefkatli davrandılar?
İkincisi: Şu soruyu sormak gerekmez mi: İsrailli generaller niçin bu kadar kısa süre öngören savaş planı hazırlamakta ısrar ediyorlar? İsrailli yetkililerin savaşı kısa sürede bitirme yönündeki bu ısrarı, aslında gizli bir gerçeğe işaret ediyor ve bu gerçek de şudur: İsrail bir haftayı aşan savaşlarda zarara elverişli hale geliyor.
Buna karşın öyle görünüyor ki Hizbullah’ın tüm askeri planı da bu “bir hafta” üzerine yoğunlaşıyor ve bunu iki ya da daha fazla uzatmayı hedefliyor. Çünkü bu bir hafta eğer iki hafta olursa bunun bu kez İsrail savunma hatlarının bir biri ardınca çökeceği anlamına geldiğini çok iyi biliyor.
İsrail bir süredir Lübnan’a ve Hizbullah’a karşı yeni bir tehdit dalgası bağlatarak birkaç haftadır bir meydan okuma dizisi sahneliyor. Bunun sebebi biz gazeteciler için çok açık değil. Belki de İsrailliler Obama hükümetinden alacaklarına ilişkin bir tarife belirliyorlar; ama şurası kesin ki İsrailliler bu sürekli tehditle genel bir hedef gözetiyorlar.
Bu hedeflerden biri yeniden yenilmeleri durumunda bu yenilgilerini daha iyi izah edebilmek; siyasi bir zafer kazanmaları durumunda da bunu askeri ve çok daha önemli bir zafer olarak göstermektir. İkinci olarak bundan daha da önemlisi İsrail, düşmanı ve onun eylemlerini büyük göstererek konvansiyonel olmayan yasadışı adımlarını dünya kamuoyu nezdinde açıklanabilir kılmak istemektedir. Üçüncü olarak çevredeki caydırıcılığını yeniden onarmak dördüncü olarak da askerlerinin ve cephe gerisindekilerin moralini bu sürekli tehditlerle yüksek tutmak istemektedir.
Siyonist rejim, saldırmak için en iyi fırsatı kollamaktadır; ancak bu kez bu durumdan kaygılıdır; çünkü zaman geçtikçe daha fazla fırsatı kaçırdığını görmektedir. İsrail, bir süredir 20 kilometrelik (Batı Şeria hesap edilmediği zaman İsrail enlemesine yalnızca 20 kilometredir) rejiminin çökme ihtimalini gözleriyle görmektedir.
İsrail, askerlerinin kanının henüz coşkun olduğu ve ölülerinin intikamını alma ve uğradığı stratejik yenilgiyi telafi etme kararı aldığı 2006 savaşından sonraki ilk aylarda bu tehditleri hayata geçiremedi. O halde dünyanın barış ve uzlaşma yönüne gittiği bir dönemde bu tehditlerin tırmandırılmasının nasıl bir anlamı olabilir?
Gerçi İsrail’in savaş çığırtkanlığının bir sonu yoktur; ancak bu şartlarda bu tehditlerin tekrar edilmesi nasıl açıklanabilir? Yoksa komutanlar, Direniş açısından asıl savaşın İsrail ordusunun bazı bölgelere girmesinden sonra başladığını ve bir haftalık süre tayininin bir hayalcilikten ibaret olduğunu unuttular mı? Yoksa onlar savaşı başlatmanın İsrail’in elinde olsa da bitirmenin başkalarının elinde olduğunu unuttular mı?
İsrail istihbarat servisleri Direniş’in bir ateş kanalı hazırladığını ve bununla üç saat boyunca 20 kilometrelik nüfuz alanını kıpırdayamaz hale getirebileceğini bilmiyor mu? Siyonistler, her açıklamalarında 2006 yılındaki başarısızlıklarının sebebi olarak zikretmeye çalışacaklardır. Ancak yenilgilerinin gerçek sebeplerini ortaya koymayacaklardır.
Netanyahu kabinesinden önce Siyonist rejimin, bu tehditlerinde çeşitli siyasi ve askeri hedefleri vardı ve içeriye yönelik hedefleri bulunuyordu. Bazı kişisel hedeflerin böylesi bir savaşın sonuçlarını göz önünde bulundurmaksızın savaşın marşına basılmasına sebep olması mümkündü; ama dönemin İsrailli liderlerinin iç destekten yoksun olması böylesine kader tayin edici bir adımın atılmasına engel oldu.
Şu an Netanyahu kabinesi daha fazla iç desteğe sahip ve biz yeniden bu tehditlerin zirveye çıktığına tanık oluyoruz. Askeri doktrini “öldür ondan sonra sor” olan bir rejim için bu tehditler ciddi olamaz. Çünkü Siyonistler ideal şartların oluşması durumunda hiçbir tereddüt göstermeden Lübnan’a karşı üçüncü savaşı başlatırlar. Yani, sürekli olarak aşağılandığını hisseden bu rejim, diğer bütün kapıların yüzüne kapalı olduğunu görür veya Hizbullah’ın içeride yoğun bir şekilde meşgul olduğunu anlar veya kendi içindeki durumun Barak’ın İşçi Partisi’nin savaş başladıktan sonra komutanların arkasından çekilmeyeceği şekilde değiştiğini düşünür ya da savaştaki risk ihtimalinin en az olduğunu fark ederse Obama’nın kırmızı ışığının yeşile dönmesini beklemeden bu savaşı başlatacaktır. Hizbullah’ın bu müddet içerisinde gittikçe artan hazırlığı, İsrail’i en ideal şartlarda risk almaya zorlamaktadır.
Aslında bu sürekli tehditler bir bakıma İsrail’in endişelerinin kaynağını ve zaaflarını da açığa vurmaktadır. Bu da Hizbullah’ın İsrail’e yönelik istihbarat faaliyetleridir.
Bazıları, Siyonistlerin ikinci Lübnan savaşındaki yenilgisini Hizbullah savaşçılarının en zor şartlardaki güçlü direnişiyle açıklamaktadır. “Filkka İsrael” sitesi bir süre önce şunları yazdı: “İmad Muğniye dünyanın çeşitli ülkelerine casusluk şebekesini yaymayı başarmıştı. Bu çerçevede Afrika’nın en uzak köylerinden Güney Amerika’nın birçok yerine yayılan Lübnanlı göçmenlerin ülkedeki olumsuz durumdan dolayı kaçmış görüntüsü vermesi bu casusluk şebekesinin faaliyetlerini güzel bir şekilde gizliyordu. Aynı durum İranlı göçmenler için de geçerli.
Bunlardan biri de “Muin Hemiye” takma adlı bir şahıs. Bu şahıs, Bankog’da Amerikalı bir kızla ilişki kuruyor. Bu kız bir Amerikalı olarak daha sonra faaliyet bölgesini önce Ürdün’e daha sonra da İsrail’e kaydırdı ve İsrailli yetkililerle güçlü ilişkiler kurmayı başardı ve kurduğu paravan firmayla durumun farkında olan veya olmayan İsraillilerden oluşan bir şebekeyi yönetmeye başladı.
Bu şahıs çeşitli sebeplerle makalemizin konusunun dışındadır; ancak gerekli olan istihbaratı alıp bunu Hizbullah’a nakletmekteydi. Bu Amerikalı kız Şabak’ın üst düzey subaylarından General Aharon’u devşirmeyi başardı. O, İsrail iç istihbarat servisi Şabak’ın eski başkanı Haim Ben Ami’nin yakınlarındandır. O da kendine düşeni yapmış kendisine yakın dostlarından birini para aklama gerekçesiyle kendisine çekmeyi başarmış ve kullanmıştı. Bu şebeke, Hizbullah’ın İsrail’in en hassas merkezlerinden birini bütün yönleriyle öğrenmesine sebep olmuştu.
Burada şu soru gündeme geliyor: İsrail’in tahrip gücü yüksek silah, hatta kitle imha silahı kullanma tehditleri karşısında Hizbullah da yapacağı asimetrik savaşında güç dengesini korumak için daha etkili silahlar elde etmiş olamaz mı?”
Asında bu sorunun cevabı İsrail coğrafyasında gizli… İsrail, bazı bölgeleri 20 kilometreden daha az, son derece küçük bir ülkedir. Bu sebeple İsrail’in en hassas bölgeleri dahi menzil içerisindedir.
Aslında bu durum Hizbullah’ın gelişmiş silahlara ihtiyaç duymamasına sebep oluyor. Çünkü bir balonu patlatmak için bir iğneden fazlasına ihtiyaç duymazsınız. İmad Muğniye’nin casusluk şebekesi aracılığıyla İsrail’in çok gizli ve çok hassas merkezleri hakkında istihbarat elde edebilen Hizbullah, ileri teknoloji ürünü silahlara ya da kitle imha silahlarına ihtiyaç duymaksızın düşmana çok daha geniş çaplı ve yıkıcı darbeler vurabilir. Aslında söz konusu merkezlere isabet edecek bir iğnenin, söz konusu edilen silahlardan daha kalıcı etkileri olur.
Şunu da hatırlatmak gerekiyor ki Hizbullah Genel Sekreteri ve Direniş’in lideri Seyyid Hasan Nasrullah, 2006 savaşı sırasında istemeyerek bu duruma işaret etmişti. O, “Biz tüm hedefler için ihtiyacımız olan her şeye sahibiz” demişti.
Bu gösteriyor ki, radyoaktif ve kimyasal depoların bulunduğu coğrafyanın eni ve boyu konusunda İmad Muğniye sayesinde istihbarat elde eden Hizbullah’ın tahrip gücü yüksek silahlara ihtiyacı bulunmamaktadır.
Aslında İsrail’in bu ay içerisinde kimyasal ve radyoaktif savunma amacıyla yapacağı tatbikat da aslında bu zayıf noktayı örtmeye dönüktür ve bunun muhtemel bir İran İsrail savaşıyla hiçbir ilgisi de bulunmamaktadır. Çünkü İsrail’in, İran’ın Şii’siyle, Sünni’siyle tüm İslam dünyasının ilgi odağı haline gelmesine ve başarısız bir savaşla uslar arsası alanda İran’ın itibarını yeninden yükselmesine sebep olmaya hiç niyeti yoktur.
Çeviren: Alptekin Dursunoğlu
YDH