Zeynebiye - Ehlibeyt Dünyasının Gündemi | Türkiye Caferileri

Beşşar Esad, Irak diktatörü Saddam, Katar diktatörü El-Sani, Suud Kralı Abdullah veya Mısır diktatörü Mübarek gibi kaşarlanmış bir diktatör müdür?

Hayır. Başbakan Erdoğan’ın da defalarca söylediği gibi, en azından mevcut durumu beğenmeyen ve babasının zulüm düzenini tam olarak benimsemeyen, reform vaatleri olan genç bir liderdir. Diktatörlük düzeninin devam ettiricisidir ve bu anlamda kendisi de sonuçta bir diktatör sayılır ama kesinlikle öbürleri gibi değil.

Esad dayanılmaz düzeyde, dini ve kişisel özgürlükleri bastıran azgın halk düşmanı bir lider midir?

Hayır, böyle olmadığını her kes biliyor zaten. Suriye, Arap ülkeleri arasında, en azından diğerlerine nazaran en rahat ülkelerden biridir. Suriye’de ileri ve hatta orta düzeyde bir demokrasi olduğu söylenemez, ama Arap dünyasının ortalamasının üstündedir.

Esad sütten çıkmış ak kaşık mıdır?

Sütten çıkmamış ki ak kaşık olsun. Esad kandan çıkmış bir liderdir. Sonuçta babasından devraldığı bir Baas diktatörlüğü var. Ancak bana göre, böylesi bir diktatörlüğün varisinin, daha bu sıkıntılar başlamadan önce, hep reformdan söz etmesi, mevcut durumu eleştirmesi değer verilebilecek ve umut bağlanabilecek bir durumdur.

Esad’ın kısa zamanda devrilmesi kesin midir?

Hayır değil. Çünkü en kötü ihtimalle Alevilerin, Gayrimüslimlerin ve laik Sünni kesimin önemli bir kısmının desteğine sahiptir. Buna İran, Rusya ve Çin desteğini de eklerseniz gitmesi o kadar da kolay değil. Kolay değil demek şu demektir, bu hamur çok su götürür, yani çok canlar gider, çok kanlar akar. Kim bilir belki haritalar değişir, belki ateş Lübnan, Irak ve Türkiye gibi komşu ülkelere bile sıçrar.

Esad’ı destekleyenlerin önemli bir kısmının da ortaya koyduğu en önemli gerekçe budur. Bu hamur çok su götürür, değmez. Zamana bırakmak ve reformlara bel bağlamak ve sivil muhalefet yolunu sürdürmek daha doğru bir yoldur, deniliyor.

Esad ülkesini Batı emperyalizminin emrine sunan kukla bir lider midir?

Hayır, tam aksine Türkiye’nin uzun süreli aracılık çabalarına rağmen, İsrail ve ABD’nin Suriye ile uzlaşması mümkün olmamıştır. Ancak Rusya’nın Suriye üzerinde uzun geçmişi olan bir nüfuzu vardır. Zaten o nüfuz ve karşılıklı menfaat dengesi sayesinde Batı karşısında direnme gücü elde edebilmektedir.

Mevcut “gider mi gitmez mi” durumunun uzamasının muhtemel sonucu nedir?

Açık ve net olarak süregiden istikrarsızlık, can kaybı, fakirlik ve sefalet. Hatta muhtemel bölünmeler, parçalanmalar... Bunlardan da önemlisi Müslümanlar arasındaki mezhep fitnesinin doruk noktaya tırmanması ve git gide kötüleşmesi. Mezhebi ayrılıkların artması, işi iki tarafın biri birini, ortak düşmanların pençesine vermeye kadar vardırabilir. Nitekim şimdiden bazı mutaassıp grupların İsrail’in Hizbullah’ı yok etmesini arzuladığını görüyoruz.

Devrildiği taktirde Esad sonrası manzara ne olacaktır?

Bu konuda kimsenin net bir resim çizmesi mümkün değildir. Suriye’nin bu günlerini aratacak bir manzaranın ortaya çıkması hiç de ihtimal dışı değildir. Bunu ihtimal dışı saymak bağnazca bir iddiadan öteye geçmez. Hatta sadece ihtimal demek bile yetersiz kalır. Esad sonrası için Suriye’de yakın zamanda istikrar beklemek çok zor ve hatta imkansız gibi görünüyor.

Esad’ın gitmesinin Türkiye için getirisi ne olur?

Türkiye zaten bir buçuk yıl öncesinde Suriye ile dost idi. Her istediğini alabilir, her türlü ikili çalışmayı yapabilirdi. Türkiye’nin kendi adına Suriye’den alabileceği çok önemli bir menfaati yoktur. Olsa olsa Başbakan Erdoğan’ın Arap dünyasındaki kahramanlık imajını artırmasında faydası olur.

Türkiye bir müttefik kazanır denilebilir, ama bu doğru değildir. Çünkü Suriye zaten bizim müttefikimiz sayılabilecek kadar yakındı bize.

Dışişleri bakanı Davutoğlu’nun “gelecekteki Suriye ile iyi ilişkiler için şimdiki Suriye ile kötü olmamız gerekir” açıklaması, Türkiye’nin Suriye politikasının Esad’ın tez vakitte gidici olduğu önyargısı üzerine kurulduğunun bir itirafı oldu.

Tükiye’nin ezilen Suriye halkını yalnız bırakması doğru olur muydu?

Ezilenin yanında olmak, ezenin karşısında olmak bir insani görevdir. Bunu İslami gerekçelere dayandırmaya bile gerek yoktur. Ancak zalimin karşısında olmanız onun zulmünü artırıyor, kargaşayı körüklüyor ve daha fazla insanın ölmesine sebebiyet veriyorsa o zaman zulme engel olmak için, diyalog yolunu seçmek lazım gelir. Çünkü bu kesinlikle her halükarda ateşi sakinleştirir, kayıpları azaltır. Türkiye eğer silahlı muhaliflere ev sahipliği yapmaz, muhalefeti sürekli umutlandırmazsa idi yaşanan çatışmaların, katliamların büyük bir kısmı gerçekleşmemiş olacaktı. Türkiye madem Esad’ı aşağı indiremiyor, öyleyse onunla konuşarak Suriye’de istikrara yardımcı olmalı ve bu yolla zulmü ve kayıpları azaltmalıdır.

Türkiye’nin yapabileceği en doğru iş, sivil muhalefeti sivil kalmaya zorlamak ve öbür taraftan da Suriye rejimine çözüm için baskı yapmak idi. Aslında Türkiye’nin başta seçtiği yol da buydu. Ancak Arap baharının hızı, hükümeti Esad’ın hızlıca düşeceği konusunda ikna etti. Hükümet o heyecanla, madem düşüyor, biz de katkıda bulunmuş olalım mantığıyla hareket etti. Şimdi de bu hatadan dönme erdemini göstermekte zorlanıyor.

Batı ve İsrail ne istiyor?

Bana göre onlar, Esad’ın ne kalmasını ne de erken zamanda gitmesini istiyor. Onların istediği bu sürtüşme, yıpranma, çözülme ve yaralı kalma halidir. Onlar bu işin uzamasına gönül bağlamışlar. Çünkü Suriye’deki çekişme bütün İslam ümmetine dalga dalga nefret, ayrımcılık ve mezhepçilik duyguları aşılıyor. Bu onların hayal bile edemeyeceği kadar harika bir durumdur.

Türkiye ne yaptığını tam olarak biliyor mu?

Kesinlikle hayır. Bunun en açık delili, Sayın Başbakan’ın İran dönüşünde, “Suriye’de seçimleri bekleyeceğiz, halk kimi seçerse bizim için meşrudur” (Zaman gazetesinin haberi için tıklayınız) deyip sonra bu dediğini hiç dememiş gibi farz etmesidir. Dizayn edilmiş planlı dış politikası olan bir ülkenin başbakanı bu rahatlıkta gündelik konuşamaz.

Peki ne yapılabilir şimdi?

Türkiye Annan planı gibi bir bahaneyi kullanarak, çaktırmadan yanlış pozisyonundan çark etmeli ve kendisini küçük düşürmeden, özellikle uçak düşürme olayını da unutmadan bir şekilde Suriye’de istikrar vadeden bir yönde ilerlemelidir. Sırf Esad’ın devrilmesine umut bağlayarak, yıllarca sürmesi muhtemel olan bir kargaşa ne bizim, ne Suriye halkının ve ne de İslam ümmetinin genelinin hayrına değildir. Suriye halkı Esad’ı istemiyorsa, buyursunlar Mısır halkı gibi, Tunus halkı gibi düşürsünler. Bizi ve Nato’yu bu işe karıştırmasınlar. Komşunun karıştığı bir aile sorunu mahalle sorununa dönüşür.

Irak’ın durumundan ibret almak gerekmez mi?

Sevgilerle…

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.