Zeynebiye - Ehlibeyt Dünyasının Gündemi | Türkiye Caferileri

Hüseyin; Kerbela şehidi, Resulullah'tan (s.a.a) sonra Ehl-i Beyt imamları'nın üçüncüsü, cennet gençlerinin efendisi, Resul'ün (s.a.a) soyunu devam ettiren iki kişiden biri, Resulullah?ın (s.a.a) Necran Hıristiyanlarıyla lânetleşirken yanına aldığı dört kişiden biri, Allah'ın, kendilerinden bütün kirleri giderip tertemiz kıldığı Al-i Aba?dan biri?

Hüseyin; Allah'ın sevilmelerini emrettiği Resul-i Ekrem'in yakınlarından biri, sarılanın kurtuldu-ğu, uzaklaşanınsa saptığı bildirilen iki ağır emanetten (sekaleyn) biri?

Hüseyin; kardeşi Hasan'la birlikte tertemiz ve bereket membaı kucaklarda, tarihin tanık olduğu en mükemmel babanın, annenin ve dedenin bağrında büyüyen biri...

Hüseyin; Resulullah'ın bizzat yetiştirdiği, yüce ahlâk ve şefkat yağmuruyla beslediği eşsiz insan. Öyle ki Hz. Peygamber'in edebi, yol göstericiliği, liderliği ve cesareti ona geçti.

Hüseyin; dedesi Resulullah, babası Murtaza gibi hayatının her aşamasında, bütün pratik hareketlerinde kâmil bir ilahî insanın örneğiydi.

Hüseyin; Allah uğruna eziyetlere katlanmak, hoşgörü, cömertlik, merhamet, cesaret, zulme yüz vermemek, irfan, kulluk, Allah korkusu, hak karşısında tevazu ve batıla karşı baş kaldırmak hususunda yüksek nebevî ahlâkın canlı ve somut bir örneğiydi.

Aşura; bu facianın vuku bulduğu Hicretin 61. yılının Muharrem ayının onuncu gününün adıdır.

Aşura; bu kahramanın zalime dalkavukluk yaparak onursuzca yaşamaktansa, hayatı pahasına ona boyun eğmeyerek onurluca ölmeği seçtiği günün adıdır.

Aşura; mazlumun zalime, öldürülenin öldürene ve kanın kılınca galebe çaldığı günün adıdır.

Aşura;
zalim karşısında mazlumların ölümcül suskunluk ve durgunluğunu, zalimi kahredici bir çığlığa, yok edici bir volkana çeviren bir özgürlük destanının adıdır.

Kerbela;
bu destanın yazıldığı çölün adıdır.

Ve Hüseyin;
Aşura gününde, Kerbela çölünde gelmiş geçmiş en büyük destanı asîl kanıyla yazan; erdemli, ilkeli, ölçülü, yürekli ve fedakâr kahramanın adıdır.

Yezîd;
Hüseyin'in tam anlamda tam karşıtıdır.

Yezîd;
kötülüğü, yalanı, düzenbazlığı, kirlenmişliği, kokuşmuşluğu, zulmü, despotizmi, nekesliği ve namertliği temsil ediyor.

Yezîd; kanun-kural bilmez, hak-hukuk tanımaz, ayyaş ve sarhoş birisiydi.

Yezîd; hainlik, hilekârlık, iki yüzlülük, serserilik ve hayâsızlık gibi özellikleri geçmişlerinden miras almıştı. Hatta tarihçiler şöyle derler:

?Yezîd, babası gibi taş yürekli ve gaddar birisiydi; ama onun gibi kurnaz değildi. Bu yüzden, acımasız ve hain uygulamalarına yumuşak diplomatik kılıflar uydurmakta pek mahir değildi. Düşük karakteri ve seviyesiz ahlâkı, onda şefkat, adalet, sadakat ve diğer insani-İslami erdemlerden eser bırakmamıştı.?

O dönemin tarihini irdeleyip İmam Hüseyin (a.s) ve Yezîd'i tanıyanlar; Hüseyin'in, onun için zikrettiklerimizden daha yüce olduğunda ve Yezîd için söylediklerimiz de (hissiyatımızın ifadesi olmayıp) Yezîd'in bu anlatılanlardan çok daha rezil birisi olduğunda hemfikirdirler.

Ve Yezîd; kalbi Resulullah'a (s.a.a) yönelik kin ve buğz ile dolu olan birisiydi. Bedir'de öldürülen müşrik dedelerinden dolayı bu kini besliyordu. Peygamber'in tertemiz Ehl-i Beyt'ini kılıçtan geçirdikten sonra Peygamber'den intikam aldığı için mutlu ve sevinçliydi. Tahtına kurulmuş, müşrik atalarının hazır olup intikamlarının nasıl alındığını görmelerini arzuluyordu ve pervasızca şarabını yudumlarken Abdullah b. ez-Zeb'arî?den iktibas ettiği şiir küstahça ağzından dökülüyordu:

Keşke Bedir'deki büyüklerim olsalardı da görselerdi
Hazrec'in, ok ve mızrakların isabetinden nasıl inlediğini
Haykırırlardı ve sevinçten gözyaşı dökerlerdi
Sonra derlerdi ki: Yezîd! Elin dert görmesin.
Onların ileri gelenlerinden ulularını öldürdük
Bedr'in karşılığı olarak, böylece denge sağlandı Haşimoğulları mülk ile oynadılar.
(Yoksa Haşimi Muhammed?e Allah?tan) Ne bir haber gelmiş, ne de vahiy inmiştir
Handef'ten olmayayım (soysuz olayım), eğer intikam almazsam
Yaptıklarından dolayı Ahmed'in (Muhammed?in) soyundan.

Şimdi acaba, bu sözleri söyleyen biri Müslüman olabilir mi?

Yezîd Nasıl Hükümdar Oldu?

Kötülük timsali böyle bir zalim -hem de Peygamber (s.a.a) ashabının yaşadığı bir çağda- nasıl oldu da Müslümanların başına hükümdar olarak musallat oldu? Bu sorunun cevabını şöyle özetleyebiliriz:

Yezîd'in babası Muaviye, ikinci halife tarafından Şam valiliğine atandı. Gün geçtikçe güçlenen Muaviye, kendi kabilesinden üçüncü halife Osman döneminde, gücüne güç katarak başına buyruk bir devlet haline gelmişti.

Bu tür valilerin zalimce icraatları ve yolsuzlukları yüzünden üçüncü halife öldürüldü. Hz. Ali (a.s) zorla hilafete getirildi.

Hz. Ali (a.s) , hükümet programının bir paragrafında haksız kazanç, yolsuzluk ve kamuya ait menkul ve gayrimenkul malları kanunsuz yollardan ele geçirenlerden, bu malları hazineye / beyt'ül mala geri döndürmekte titiz ve kararlı olduğunu şu cümlelerle ifade ediyordu:

?Allah'a yemin ederim ki bu mallarla evlenme veya hizmetçi almada harcananları bile tesbit etti-ğim an Beyt'ül Mal hazinesine geri döndüreceğim. (Bu adil paylaşımdan kimse sıkılmasın) Şüphesiz adalette herkes için genişlik, rahatlık vardır. Adaletten sıkıntı duyan kimse, kendisine yapılacak cevrin (haksızlığın) daha sıkıcı olduğunu unutmamalıdır. (Adalet bir gün ona da lazım olur.)? (Nehc?ül-Belağa,15.hutbe.)

Hz. Ali, adaletin ancak adil kadrolarla ikame edileceğine inanıyordu. Bunun için, kirlenmiş kadroları tasfiye edip yerine pırıl-pırıl kadrolarla ülkeyi yönetmeyi önemsiyordu.

Zamanın siyasetçileri, bir müddet bu kadrolarla devam etmesini, özellikle Muaviye'ye dokunma-masını, tasfiye işlemini zamana yaymasını İmam Ali'ye tavsiye ediyorlardı.

Oysa İmam Ali, siyasi oyunlarla iktidarını uzatmaktansa, iktidarı tehlikeye atma pahasına ilkeli ve hayatı pahasına bile adil kalmayı tercih ediyordu ve bunlardan asla ödün vermemeğe kararlıydı.

Hükümet programı öyle, yönetim anlayışı da böyle olunca, devlet imkânlarından servet toplamaya alışmış güç odakları adalet ve eşitliği esas alan bu anlayıştan huzursuz oldular. İmam Ali?ye kendilerine önceki hükümetler döneminde tanınan ayrıcalıkların devam etmesi konusunda baskı yapmaya başladılar. Ali adalet, eşitlik ve hürriyeti esas alan İslami yönetim biçiminden taviz vermeyince; biatlerini bozup İmam Ali'ye karşı savaş başlattılar. Savaşlar birbirini izledi. En sonunda Ramazan ayının 19. gününün sabah namazında kendisini öldürmeğe gelen Abdurrahman b. Mülcem adındaki teröristi fark etmesine rağmen, daha suç işlememiş birinin özgürlüğünü, namazı bitirinceye kadar olsun sınırlamayı İslami hukuk anlayışına sığdıramadı ve ne yazık ki Ali hukuk ve adalet anlayışının kurbanı oldu. Başına aldığı kılıç yarası neticesinde ancak üç gün yaşayabildi.

Kendisine ne yedirseler katiline de onu yedirmelerini, ona işkence etmemelerini, bu cinayetten dolayı taşkınlık yapmamalarını ve adaletten şaşmamalarını vasiyet etti ve öyle de oldu.

Hz. Ali'den sonra halk Hz. Hasan'a biat etti. Bu arada çıkarcı güç odakları Muaviye etrafında kenetlenmiş, merkezi hükümete karşı savaşa devam ediyorlardı.

Bir yandan kendi askerlerinde gördüğü savaşa karşı isteksizlik, bir yandan iç kargaşayı fırsat bilip hücuma geçerek İslam devletini kökten yok etmeyi amaçlayan dış tehdit ve diğer yandan gözünü iktidar hırsı bürümüş Muaviye?nin pervasızlığı; en büyük kaygısı İslam devletinin bekası olan İmam Hasan?ı sulha mecbur bırakmıştı.

İktidar uğruna İslam'ın kökten yok olmasına gönlü razı olmazdı. İmamet sorumluluğu da buna izin vermezdi. Bunun için bir kısmını aşağıda zikredeceğimiz şartlarla iktidarı Muaviye'ye bırakarak iç savaşa son verdi. Sulh özetle şu şartlara bağlanmıştı:

Muaviye, bütün İslam dünyasına hükümet ederken Allah'ın Kitabı ve Peygamber'in sünnetine uygun amel edecek, geçmişin düşmanlığı geleceğe taşınmayacak, Peygamber hanedanına karşı gizlide ve açıkta hileye başvurmayacak, Ali'ye sövmek ve sövdürmekten vazgeçecek, kimseye kötülük etmeyecek ve yerine veliaht tayin etmeyecekti.

Muaviye bu şartlara uyacağını Allah'a ahdediyordu. Ama ne yazık ki, kendisinin de imzaladığı bu şartların hiçbirine Muaviye sadık kalmadı. İcraatında ne kitaba ve sünnete uydu, ne düşmanlığa son verdi, ne Ali'ye sövüp sövdürmekten, ne de Ehl-i Beyt'e karşı hile ve entrikadan vazgeçti. Bilakis ırkçı, despot, bir zulüm ve entrika düzeni kurup, İmam Hasan'ı zehirleterek şehit etti. Kendisinden daha rezil, ayyaş ve sarhoş olan oğlu Yezîd'i veliaht tayin etti. Daha kendisi hayatta iken, Yezîd için kiminden çıkar karşılığı, kiminden tehditle bîat aldı. Böylece kendi sağlığında oğlu Yezîd'i İslam ve Müslümanların başına musallat etti.

Aşura Faciası Neden?

Muaviye'nin ölümüyle, oğlu Yezîd onun yerine saltanat tahtına oturduysa da tahtın sallantıda olduğunu hissediyordu. Zira kendisine Muaviye tarafından alınan bîatlerin yapay, samimiyetten uzak, korku ya da menfaate dayalı olduğunu, içtenlikli toplumsal mutabakattan yoksun, daha da önemlisi ümmet nezdinde meşruiyetten yoksun bir saltanat olduğunu görüyordu.

Bu sorunu çözmek için, ümmetin kayda değer ölçüdeki kesiminin teveccühünü kazanmış birinci ve ikinci halifenin ailelerinin mutabakatını alması önemliydi.

Bunun için de Abdurrahman b. Ebi Bekr ve Abdullah b. Ömer'in biatini alması gerekirdi. Bundan çok daha önemlisi, Hz. Peygamber'in (s.a.a) kabilesi olan Haşimilerin mutabakatını kazanmaktı. Bunun için de İmam Hüseyin'in biati gerekiyordu. Bütün bunları Muaviye ölmeden Yezid?e anlatmış, Abdullah b. Zübeyr?e biat etmediği takdirde acımasız davranmasını tembihlemişti.

Hüseyin biat ederse, Yezîd saltanatının meşruiyetini artık kimse tartışamaz, kimse Yezîd'e karşı çıkma cesareti gösteremezdi. Çünkü Yezîd'in bütün mezalimi İslam'a fatura edilecek, İslam'a karşı çıkan da kâfir, dolayısıyla katli caiz hatta vacip sayılacaktı.

Evet, İmam Hüseyin'in Yezîd'e biati, onun bütün icraatını Hz. Peygamber adına, Kur'an adına ve İslam adına onaylama anlamına geliyordu.

Onun için Yezîd, Hüseyin'in bîatini, saltanatının tesbiti için vazgeçilmez görüyordu. Bu yüzden hemen Medine valisi Velid'e bir mektup göndererek, Hüseyin'den kendisi için bîat almasını, bîat etmemesi durumunda başını kesip kendisine göndermesini yazdı.

Velid, İmam Hüseyin'i valiliğe çağırıp, Yezîd'in mektubunu aynen O'na okuyarak, Yezîd'e bîat etmekle ölüm arasında bir tercih yapma durumunda olduğunu bildirdi. Bunun üzerine İmam Hüseyin Velid'e dönerek şöyle buyurdu:

?Biz nübüvvet hanedanı, risalet madeni, meleklerin uğrağı ve rahmetin sebebiyiz. Yezîd ise fasık, günahkâr, içki içen, haksız yere insanları öldüren ve açıkça günah işlemekten çekinmeyen birisidir. Benim gibi biri asla onun gibi birine biat etmez.?

Hüseyin nübüvvet hanedanından Yezid melanet, Hüseyin risalet madeninden Yezid?se kurnazlık ve şeytanet, Hüseyin meleklerin uğrağından Yezid şeytanların, Hüseyin iyi ve iyiliği temsil ediyor Yezid?se kötüyü ve kötülüğü; Hüseyn?in Yezid?e biati yani iyinin kötüye teslimiyeti, iyiliği kötülüğün emrine teslim edip boğdurmak anlamına gelecekti. Bunun sonucu ise İslam, Müslümanlar ve insanlık için felaket olacaktı.

Hüseyin, Yezîd'e uzatacağı bîat elini aslında adaletin, eşitliğin ve özgürlüğün tek kelime ile Öz Muhammedi İslam?ın şahdamarına uzatmış olacaktı.

Hüseyin, böyle bir vebal ve zillet altında, Allah, Peygamber, babası Ali ve anası Fatıma'nın huzuruna yüz akıyla çıkamazdı. Zulüm altında inim inim inleyen mazlum müminlerin yüzüne bakamazdı. Çünkü hiçbir mümin bunu Hüseyin?den beklemez ve ona böyle bir zilleti yakıştırmazdı.

Evet, Hüseyin, Yezîd'e bîat ederek, onun zulüm düzenine onay verip destek olamazdı. Hüseyin, ya İslam'ı, adalet ve hürriyeti kendi hayatına feda edecek, ya da hayatını bu yüce değerlere feda edecekti. Üçüncü bir seçenek verilmiyordu. Evinde hapis veya dedesinin ülkesinden sürgün edilme seçeneği bile O'na verilmiyordu.

Hüseyin Yezîd'in despot ve zalim sistemine onay ve destek vererek onursuzca ve zilletle yaşamaktansa; hayatı pahasına direnip şehadeti, yani izzetli ve onurlu ölümü seçti. Doğru seçim yaptı. O'na yakışan da buydu.

Evet, mazlum Hüseyin kendisine yakışanı yaptı da, ya zalim Yezîd'e ne demeli?

Peygamber'in bûsegâhı (öptüğü yer) olan bir boğaza hançer vurmaya nasıl kıyabildi!?

Ama Yezîd ki yirmi bir yıl Peygamber'e karşı savaşan Ebu Sufyan'ın, Yezîd ki Peygamber'in amcası Hamza Seyyid'üş-Şüheda'nın ciğerini yiyen Hinde'nin torunudur. İmam Ali'ye sövmeği ibadet haline getiren, İmam Hasan'ı zehirleterek öldüren Muaviye'nin oğludur.

Yezîd'ten de ancak bu beklenirdi.

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.